Bu yazımızda; hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı, “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” (Fruit of the poisonous tree) ilkesi, bu ilkenin tarihçesi ve önemi, bu konudaki doktrinsel görüşler, gizli soruşturmacı ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca teknik araçlarla izleme koruma tedbirleri bakımından, Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.01.2024 tarihli, 2022/4525 E. ve 2024/268 K. sayılı kararı çerçevesinde kaleme alınıp değerlendirilecektir.
I. Hukuka Aykırı Delil ve “Zehirli Ağacın Meyvesi de Zehirlidir” İlkesi
Ceza Muhakemesinin temel amacı, kamu vicdanını ve ceza adaletini tesis etmek için maddi gerçeği tespit etmekle birlikte, bunu hukuka uygun yol ve yöntemlerle gerçekleştirmektir. Bu kapsamda; ceza muhakemesinde maddi hakikate ve adalete ulaşmak için elde edilen delillerin usulüne uygun bir şekilde elde edilmiş olması, delil elde etmek için hukuka aykırı yöntemlere başvurulmamış olması gerekmektedir.
Bir hukuk devletinde hukuka aykırılığın nisbisi mutlağı, önemlisi önemsizi olmaz, bir hukuka aykırılık tespit edilmişse, buna hukuka uygunluk muamelesi yapılamaz ve hukuka aykırılığın sonucu ne ise bu sonuca katlanmak gerekir. Hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen deliller ceza yargılamasında sanık aleyhine kullanılamaz. Bir hukuka aykırı delilden hareketle başka hukuka aykırı delil veya delillere ulaşılmışsa, bunlar da hukuka aykırı delilin uzak etkisi, yani zehirli ağacın meyvesi de zehirli olacağından bahisle kovuşturmada sanık aleyhine kullanılamaz. Hatta hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edildiği soruşturmada tespit edilen delil; soruşturma aşamasında şüpheli aleyhine kullanılamayacağı gibi, CMK m.160/2 gereğince ileride dava açılması durumunda dürüst yargılanma hakkının ve kovuşturmada sanık sıfatını alacak alan şüphelinin haklarının korunması amacıyla Cumhuriyet savcısı tarafından bu konuda gerekli önlem alınır ve CMK m.169 nedeniyle soruşturma aşaması yazılı olduğu için “hukuka aykırı delil” niteliği tespit edilen delilin bu özelliği dosyada tutanağa bağlanır, hatta bu durum iddianameye de yazılmalıdır.
Nitekim “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı Anayasa m.38/6’ya göre; “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” hükmünün yer aldığı, Anayasanın bu hükmünün 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda karşılığının bulunduğu, CMK m.206/2-a uyarınca, hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin reddedileceği, CMK m.217/2 uyarınca, yüklenen suçun hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği ve CMK m.289/1-i uyarınca, hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanmasının hukuka kesin aykırılık hallerinden birisi olacağı belirtilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.03.2023 tarihli, 2018/126 E. ve 2023/130 K. sayılı kararına göre; “Ceza Muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, ‘delil serbestliği’ ilkesine öğreti ve uygulamada delil yasakları olarak adlandırılan birtakım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları, delil elde etme ve değerlendirme yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara delil elde etme yasakları, hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile, bir delilin yargı mercilerince ortaya koyulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise delil değerlendirme yasakları denilmektedir”.
Ceza Muhakemesi Hukukunda, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacıyla yapılan tüm iş ve işlemler hukuka uygun yol ve yöntemlerle gerçekleştirilmek zorundadır. Delillerin elde edilmesi ve değerlendirilmesi sırasında, soruşturma ve kovuşturma makamlarına getirilen sınırlamalara “delil yasakları” denilmektedir[1]. Bu kapsamda, maddi gerçeğe ulaşmak maksadıyla her ne pahasına olursa olsun ama delil elde edilsin denilerek araştırma yapmak kesinlikle mümkün değildir. Bu kurallara riayet edilmeden elde edilmemiş deliller, suçun sübutuna doğrudan etki edecek olsa da, “yasak ağacın meyvesi de yasaktır” veya “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” prensibi gereğince kullanılamaz.
II. “Zehirli Ağacın Meyvesi de Zehirlidir” İlkesinin Tarihçesi ve Önemi
“Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi Anglo Amerikan Hukukunda gelişmiş bir ilke olup, bu ilkenin tarihçesinde ilk olarak; 1914 tarihli Weeks v. Amerika Birleşik Devletleri davası karşımıza çıkmaktadır. Bu dava esasında; hukuka aykırı delillerin hükme esas alınmaması kuralının ABD Hukuku’nda “Exclusionary rule”, yani dışlama kuralı terimi kullanılarak ilk defa uygulanmış olup, bu davadan önce, delillerin kullanılması delilin hukuka aykırı olmasından etkilenmemekteydi. Bir başka ifadeyle; delil hukuka aykırı olsa dahi, ceza yargılamasında kullanılabilmekte ve değerlendirilme dışında bırakılmamakta idi. Öte yandan, “dışlama” kuralı ABD’de ilk kez 1914 yılında kullanılmış olsa da, Ülkenin tamamına yayılması epey bir zaman almış, 1961 yılında görülen Mapp v. Ohio davasına kadar bu ilke, Ülke düzeyinde uygulama alanı bulamamıştır. Bu davada federal düzeyde Anayasaya aykırı olarak gerçekleştirilen arama ve elkoyma sonucunda elde edilen delillerin yargılamada kullanılamayacağına hükmedilmiş ve “dışlama kuralının” Ülkesel düzeyde kullanılmasının önü açılmıştır[2]. Dışlama kuralının kabul edilmesiyle birlikte “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi gelişmiş, bu ilke çerçevesinde hukuka aykırı bir delil elde etme yöntemi “zehirli ağaç” olarak betimlenmiş, bu yöntemle elde edilen deliller sayesinde ulaşılan ikincil deliller ise “zehirli ağacın meyvesi” olarak ifade edilmiştir. “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi bakımından dönüm noktası ise; 1963 yılında görülen Wong Sun v. Amerika Birleşik Devletleri davasıdır. Bu dava ilke bakımından verilmiş en kapsamlı karardır. Mahkeme bu davada ileri sürülen delillerin “meyve” olup olmadığı noktasında bir standart ortaya koymaya çalışmış olup, “ikincil delile nasıl ulaşıldığı irdelenmeli ve ikincil delile hukuka aykırı yollarla elde edilen ilk delil sayesinde ulaşılıp ulaşılmadığı tespit edilmelidir[3]” şeklinde karar ortaya koymuştur[4].
Tarihçesinden de görüleceği üzere; “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılmaması ve hükme esas alınmaması kuralının bir uzantısıdır. Bu ilke uyarınca; hukuka aykırı deliller mahkumiyet hükmüne esas alınamayacağı gibi, bu delillerle elde edilmiş olan deliller de değerlendirilmez ve yargılamada sanık aleyhine kullanılamaz. Örneğin; CMK m.140 uyarınca usulüne uygun karar alınmadan ve hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen teknik araçlarla izleme tedbirinden elde edilen delillere dayanılarak gerçekleştirilen arama tedbiri, bu tedbirin yasal şartlarının tamamı karşılanmış olsa bile, bu şekilde yapılan arama ve arama sonucunda elde edilen deliller hukuka aykırı kabul edilecektir.
Centel ve Zafer’in görüşüne göre; Ceza Muhakemesi Hukukunda deliller arasında ayırım yapılmadığı, hukuka aykırı delillerin değerlendirilemeyeceğine ilişkin açık hükümler olduğu, hukuka aykırı delilden türeyen ve kendisi de hukuka aykırı olan türemiş delilin aynı hükümlere tabi olduğu, ancak hukuka aykırı delilden hukuka uygun olarak türemiş delilin akıbeti hakkında açık hüküm bulunmadığı, bu konunun yoruma ve tartışmaya açık olduğu, suçun ve suçlunun ispatı konusunda kamusal menfaatle şüpheli veya sanığın menfaatlerinin tartılmasını veya yasağın amacının değerlendirilmesini gerektiren kriterler ile yasağın yumuşatılmasını gerektiren olaylarla karşı karşıya kalınabileceği belirtilmiştir[5].
Kanaatimizce; hukuka aykırı delilden türeyen bir delilin kendi kanuni şartları karşılasa dahi hukuka aykırı olacağını, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin kamu yararı, şüpheli veya sanık menfaatlerinin tartılması veya yasağın niteliğinin değerlendirilmesi sebebiyle yumuşatılamayacağını, her türlü şüpheden uzak somut delillere dayanan, adil/dürüst yargılanma hakkına gölge düşürmeyen hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen somut delillerin ortaya koyulması gerektiğini, delil yasakları konusunda kamu yararı kavramının doğru olmadığını, bunun Ceza Muhakemesi Hukukunun temel ilkelerine ve nosyonuna aykırı olduğunu, bu doğrultuda İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3’e göre “silahların eşitliği” ilkesi ve Anayasa m.2 uyarınca “hukuk devleti” ilkesinin esas alınması gerektiğini, bunun aksinin keyfi uygulamalara yol açabileceğini, yargılamayı yürüten mahkemelerin objektif ve sübjektif açıdan tarafsızlıklarına ve bağımsızlıklarına zarar vereceğini bir kenara bırakamayız.
Hukuka aykırı delillerin; delil olarak kabul edilmeyeceği ve mahkumiyette kullanılamayacağı gözönünde bulundurularak, hukuka aykırı delillerden elde edilen diğer delillerin de hukuka aykırı kabul edileceği, bu nedenle hükme esas alınamayacağı “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi kapsamında kabul edilmektedir. Bu doğrultuda; deliller, uyuşmazlık konusu olay hakkında hakimde kanaat uyandırdığı ve yol gösterdiği, özellikle delillerin elde ediliş yönteminin kıymetli olduğu, sadece hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hakimin vicdani kanaati ile adil/dürüst bir yargılamanın gerçekleşebileceği ve bir bütünlük oluşturacağı, elde ediliş biçimi hukuka uygun olmayan delillerin hukuka aykırı sayılacağı[6] tartışmasızdır. Hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen delile farklı yöntemle de hukuka uygun şekilde ulaşılabilmesinin mümkün olması, artık hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilmiş delili hukuka uygun hale getirmez, yine delil etmekte hukuka aykırı yol ve yöntemi kullanan kişinin cezalandırılması sorunu çözmeyip, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz, buna ek olarak hukuka aykırılığın büyüklüğü küçüklüğü, nisbiliği mutlaklığı, temel hak ve hürriyetleri ihlal etme imkanına sahip olup olmadığı da sonucu değiştirmez, yani delilin hukuka aykırılığını bertaraf etmez.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 03.07.2023 tarihli, 2023/9234 E. ve 2023/6015 K. sayılı kararında; “Bu itibarla; hukuka uygun olmayan teknik araçlarla izleme sonucu elde edilen bilgilerin Anayasanın 38’nci maddesinin altıncı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 206’ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, 217’nci maddesinin ikinci fıkrası ve 289 uncu maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağı, hukuka aykırı yolla elde edilen delil ile bu delillerden hareketle elde edilen delillerin de, zehirli ağacın meyvesinin de zehirli olacağı olgusuyla hükme esas alınamayacağının anlaşılması karşısında; bu nedenlerle sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür”.
III. Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Koruma Tedbirlerinin Birlikte Tatbiki
Gizli soruşturmacı görevlendirilmesi 5271 sayılı CMK m.139’da düzenlenmiş olup, bu tedbirin uygulanabilmesi için; CMK m.139/7’de sayılan suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphenin bulunması, başka şekilde delil elde edilememesi ve hakim tarafından bu tedbirin uygulanmasına karar verilmesi gerekmektedir.
Gizli soruşturmacı tedbirinin esas amacı, normal usullerle delil elde etme imkanının zor olduğu organize örgütlerin içine sızarak yapılan gözlemlerle delil elde etmek olup; gizli soruşturmacı, faaliyetlerini izlemekle görevlendirildiği suç örgütüne ilişkin her türlü araştırmada bulunmak ve bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili delilleri toplamakla yükümlüdür. Bu anlamda bahsedilen suç örgütünün TCK m.220’de tanımlanan suç işlemek amacıyla kurulan örgüt, yani silahlı olmayan/çıkar amaçlı suç örgütü ve m.314’de tanımlanan silahlı suç örgütü olmasının bir farkı olmadığı, esasen gizli soruşturmacının amacının maddi hakikati ortaya çıkarmak amacıyla delil olarak duyduğunu, gördüğünü muhafaza etmesi gerektiği kanaatindeyiz[7].
Esas amacı örgüt faaliyetleri bakımından delil elde etmek olmakla birlikte, CMK m.139/7-a-1 uyarınca “Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenip işlenmediğine bakılmaksızın uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” suçu bakımından da gizli soruşturmacı görevlendirilmesi mümkündür. Bu doğrultuda; detaylarını “Gizli Soruşturmacı Tarafından Elde Edilen Delillerin Hukukiliği”[8] başlıklı yazımızda açıkladığımız, 7445 sayılı Kanunla 28.03.2023 tarihinde yapılan düzenlemeyle, CMK m.139/4’e “Hakim, soruşturmacının yedinci fıkranın (a) bendinin (1) numaralı alt bendinde yer alan suç bakımından kamuya açık yerlerde ve işyerlerinde delil toplamak amacıyla ses veya görüntü kaydı yapmasına izin verebilir.” cümlesi eklenerek, örgüt faaliyeti kapsamında olmayan uyuşturucu imal ve ticareti suçu bakımından, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi kararıyla birlikte teknik araçlarla izleme kararı da verilebileceği düzenlenmiştir.
Belirtmeliyiz ki; CMK m.139/4’e 2023 yılında yapılan bu eklemeden önce, delil toplamak amacıyla ses veya görüntü kaydı alınabilmesi için CMK m.140 uyarınca teknik araçlarla izleme kararının alınması gerektiği, bu düzenlemeyle gizli soruşturmacı görevlendirmesi kararı ile birlikte ayrıca teknik araçlarla izleme kararının da verilebileceği, her durumda bu izin alınmaksızın delil toplayan gizli soruşturmacının elde ettiği delillerin hukuka aykırı olacağı, mutlaka hakim izninin gerektiği, bu izin alınmadığı sürece elde edilen görüntü ve ses kayıtlarının kullanılamayacağı ve duruşmada delil olarak ortaya koyulamayacağı tartışmasızdır.
Nitekim Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 07.06.2023 tarihli 2023/6547 E., 2023/5289 K. sayılı kararında; “Dava konusu suç uyuşturucu madde ticareti yapma suçu olduğu halde, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suç olmadığı, zira 5271 sayılı Kanunun 139 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeyen suçlarda gizli soruşturmacı görevlendirilemeyeceği; yine aynı Kanunun ‘Teknik Araçlarla İzleme’ başlıklı 140’ncı maddesindeki düzenlemeye göre, sanığın teknik araçlarla izlenmesine ilişkin bir karar bulunmadığı, gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve 5271 sayılı Kanunun 140’ncı maddesi uyarınca ayrıca bir karar alınmadan teknik araçlarla izleme ve görüntüleme ve ses alma işlemi yapıldığının anlaşılması karşısında bu şekilde elde edilen deliller hukuka aykırı olup hükme esas alınamaz.” ifadeleriyle bu durum ortaya koyulmuştur.
IV. Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.01.2024 tarihli, 2022/4525 E. ve 2024/268 K. Sayılı Kararının Değerlendirilmesi
Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.01.2024 tarihli, 2022/4525 E. ve 2024/268 K. sayılı kararına konu olayda; “CMK m.139 uyarınca alınan karar uyarınca görevlendirilen gizli soruşturmacılar ile sanık arasında gerçekleşen diyalog sırasında, sanığın gizli soruşturmacılara uyuşturucu madde satışı teklif ettiği, gizli soruşturmacıların ekstazi isimli uyuşturucu madde talep etmesi üzerine, sanığın diğer sanıktan temin ettiği 2 adet hap ile kendi üzerindeki 1 paket sentetik kannabinoidi gizli soruşturmacılara sattığı, diğer sanığın da gizli soruşturmacılarla pazarlık yaptığı ve 2 adet hap karşılığı olan parayı aldığı olay bakımından, ilk derece mahkemesi tarafından sanıkların uyuşturucu madde ticareti yaptıkları gerekçesiyle mahkumiyetlerine karar verilmiş, kararın istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge adliye mahkemesinin kararının temyiz edilmesi üzerinde dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi tarafından; suçun sübutunun gizli soruşturmacı faaliyetleri ve teknik araçlarla izleme sonucu elde edilen kayıtlara dayandırıldığı, dosya içeriğinde gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin usulüne uygun karar olmakla birlikte CMK m.140 uyarınca alınmış teknik araçlarla izlemeye ilişkin bir karar bulunmadığı, gizli soruşturmacı görevlendirilmesine ilişkin karara dayanılarak ve CMK m.140 uyarınca bir karar alınmadan gerçekleştirilen teknik araçlarla izleme, görüntüleme ve ses alma işleminin hukuka aykırı olduğu, bu görüntü kaydına dayanılarak sanıkların kimliklerinin tespit edilmesinin de hukuka aykırı delil niteliğinde olduğu ve hükme esas alınamayacağı gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir”.
Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin bu kararında; gizli soruşturmacı görevlendirilmesi bakımından usulüne uygun olarak alınmış bir kararın teknik araçlarla izleme tedbirinin tatbiki için de yeterli olmayacağı, şüpheli veya sanığın izlenmesi, görüntü ve ses kaydının alınması için CMK m.140 uyarınca usulüne uygun bir şekilde teknik araçlarla izleme kararının alınması gerektiği, aksi takdirde alınan ses veya görüntü kayıtlarının hukuka uygun olmayacağı ve Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a, m.217/2, m.289/1-i uyarınca hukuka aykırı olan bu delillerin hükme esas alınamayacağı, “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi çerçevesinde hukuka aykırı olan bu delillere dayanılarak elde edilen diğer delillerin de hukuka aykırı olacağı ve hükme esas alınamayacağı ifade edilmiştir.
Elbette hukuka aykırı delil elde etme yöntemlerine dayanılarak sanıkların kimliklerinin tespit edilmesi hukuka aykırı olacağından, sanıkların kimlikleri tespit edilebilmesinden kaynaklı olarak elde edilecek her türlü delil de “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi gereğince hukuka aykırı olacaktır. Nitekim 26.02.2024 tarihli “Teknik Araçlarla İzleme Kararı Olmadan MOBESE’den Takip[9]” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz üzere; “suç şüphesi sebebiyle failin veya faillerin izlendiği bir durumda mutlaka teknik araçlarla izleme kararının bulunması gerektiğini, özel takibin gerektirdiği durumlarda mutlaka usulüne uygun karar alınması gerektiğini” vurgulamıştık. Daha önceki ifadelerimize ek olarak; hakim kararı veya Cumhuriyet savcısının emir ve talimatı olmaksızın gerçekleştirilen teknik araçlarla izleme neticesinde elde edilen delillerle, sanıkların kimlik tespitlerinin mümkün olmadığını, usulüne uygun olarak CMK m.140 uyarınca alınmış bir karar bulunmaksızın, sanıkların görüntü kayıtlarının elde edilemeyeceğini ve bu şekilde hüküm kurulmasının mümkün olamayacağını belirtmek isteriz.
Hukuka aykırı aramadan elde edilen bir silaha veya Hint kenevirine dayalı olarak alınan ikrar, yani suç kabulü, yine CMK m.134’e aykırı yapılan bilgisayar aramasında elde edilen verilerden hareketle gerçekleştirilen ev veya işyeri aramaları, şüpheli veya şüphelilerden alınan ikrarlar, yine hukuka aykırı yol ve yöntemle beyanı alınan şüpheliden elde edilen adres ve isimlerden hareketle ulaşılan deliller, hukuka aykırı delillerin uzak etkisi veya zehirli ağacın meyvesinin de zehirli olduğundan bahisle hukuka aykırı sayılacak ve yargılamada sanığın aleyhine kullanılamayacaktır.
Bununla birlikte; CMK m.134’e aykırı yapılan bilgisayar aramasından bazı şüphelilerin isimlerine ulaşılması halinde, bu delil elde edilen isimlerin aleyhine kullanılamaz, fakat basit şüpheye dayalı bir soruşturmanın başlangıcı olabilir mi? Kanaatimizce; hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen delilden hareketle mahkumiyet kararı verilemeyeceği gibi, soruşturmada aleyhe bir koruma tedbiri, örneğin şüphelinin tutuklama veya adli kontrol tedbirine tabi tutulmasının dayanağı da hukuka aykırı delil olamaz, fakat bu yolla ulaşılan isimlerle ilgili soruşturma açılmasını mümkün kılabilecek başka delillere ulaşılırsa veya her ne kadar şüphelinin ve ileride sanığın aleyhine hukuka aykırı delil kullanılamasa da, basit şüphenin varlığının kabulü ile açılacak soruşturmada iddia konusu suçun şüpheli tarafından işlenip işlenmediğine dair soruşturma yürütebilir.
Yeri gelmişken; hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen delillerin, hem Ceza Muhakemesi Hukuku ve hem de Ceza Hukuku bakımından şüphelinin veya sanığın ve failin lehine olmaları kaydıyla kullanılabileceğini ifade etmek isteriz.
Netice olarak; hukuka aykırı delillerin Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a, m.217/2, m.289/1-i uyarınca değerlendirilemeyeceğini ve hükme esas alınamayacağını, “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi gereğince hukuka aykırı delillerden türeyen ikincil delillerin de değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, adil/dürüst yargılanma hakkı çerçevesinde kamusal menfaat ile şüpheli veya sanık menfaatlerinin tartılması gerekçeleriyle bu ilkenin genişletilemeyeceğini, bu gerekçelerle hukuka aykırı delillerin ve bu delillerden türeyen diğer delillerin değerlendirilemeyeceğini, delil elde etme yöntemlerinden olan gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme tedbirlerinin Kanunda öngörülen şartlar çerçevesinde ve gerekli karar alınarak uygulanabileceğini, gizli soruşturmacının delil toplamak amacıyla ses veya görüntü kaydı alabilmesi için usulüne uygun bir şekilde teknik araçlarla izleme tedbiri kararının alınması gerektiğini, aksi takdirde usulüne uygun bir gizli soruşturmacı tedbiri olsa da, alınan ses ve görüntü kayıtlarının hukuka aykırı delil niteliğinde olacağını ve bu delillerin değerlendirilemeyeceğini, bu şekilde hukuka aykırı yol ve yöntemlere dayanan deliller sayesinde elde edilecek ikincil delillerin de “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” ilkesi gereğince hukuka aykırı olacağını ve değerlendirilemeyeceğini, nitekim Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.01.2024 tarihli, 2022/4525 E. ve 2024/268 K. sayılı kararının da bu doğrultuda olduğunu ve Yargıtay’ın bu kararına katıldığımızı belirtmek isteriz.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Tamer Bayraklı
Stj. Av. Hurşit Berkay Çalışkan
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
————
[1] Prof. Dr. Ersan Şen, Stj. Av. Hasan Yılmaz, Konutta Yapılan Arama Neyi ve Kimi Kapsar?, 10.02.2024, https://www.hukukihaber.net/konutta-yapilan-arama-neyi-ve-kimi-kapsar-ersan-sen
[2] Jeffrey M. Bain and Michael K. Kelly, Fruit of the Poisonous Tree: Recent Developments as Viewed Through Its Exceptions (1977), University of Miami Law Review 615, 616.
[3] Robert M. Pitler, The Fruit of the Poisonous Tree Revisited and Shepardized, 1968, California Law Review 579, 593.
[4] Hamid Köse, Delil Değerlendirme Yasakları Bakımından Zehirli Ağacın Meyvesi Doktrini, TAAD, Y:13 S:49 Ocak 2022, s.168-171
[5] Prof. Dr. Nur Centel ve Prof. Dr. Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 21. Bası, Beta Basım Yayın, İstanbul, 2022, s.853.
[6] Prof. Dr. Ersan Şen, Türk Ceza Yargılaması Hukuku’nda Hukuka Aykırı Deliller Sorunu, Beta Basım Yayın, İstanbul, 1998, s.9.
[7] Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Tamer Bayraklı, 02.10.2023, Gizli Soruşturmacı Tarafından Elde Edilen Delillerin Hukukiliği, https://www.hukukihaber.net/gizli-sorusturmaci-tarafindan-elde-edilen-delillerin-hukukiligi-ersan-sen
[8] A.g.e. https://www.hukukihaber.net/gizli-sorusturmaci-tarafindan-elde-edilen-delillerin-hukukiligi-ersan-sen
[9] Prof. Dr. Ersan Şen, Av. Tamer Bayraklı, Stj. Av. Hurşit Berkay Çalışkan, 26.02.2024, Teknik Araçlarla İzleme Kararı Olmadan MOBESE’den Takip, https://www.hukukihaber.net/teknik-araclarla-izleme-karari-olmadan-mobeseden-takip-ersan-sen
/category/haberler/ , /haberler/