TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ADNAN YAMAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/26313) |
|
Karar Tarihi: 21/11/2023 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Muammer TOPAL |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
|
|
Muhterem İNCE |
Raportör |
: |
Kemal ÖZEREN |
Başvurucular |
: |
1. Adnan YAMAN |
|
|
2. Yasemin YAMAN |
|
|
3. Fatma Banu YAMAN |
Vekili |
: |
Av. Nazan KAYA |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. İkinci başvurucu doğum sancılarının başlaması üzerine 28/1/2009 tarihinde Mardin Kızıltepe Devlet Hastanesine başvurmuştur. İkinci başvurucuya ağrılarının artması üzerine ağrı kesici iğne yapılmıştır. Anne ve bebeğin durumunun müsait olduğu değerlendirilerek sezaryen düşünülmemiş, ikinci başvurucu normal doğuma alınmıştır.
3. Doğum esnasında vakum ekstraksiyon uygulanmıştır. Gerçekleşen doğum sonrasında üçüncü başvurucu bedensel engelli olarak dünyaya gelmiştir. Doğum sonrasında düzenlenen raporda üçüncü başvurucunun kalp atım hızının 100/dakika olduğu, solunumunun olmadığı, siyanoze olduğu, tonus ve refleksinin olmadığı belirtilmiştir. Akabinde üçüncü başvurucu Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesine ve sonrasında birinci ve ikinci başvurucunun isteği ile Hacettepe Çocuk Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir.
4. Son olarak Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Nöroloji Ünitesinde 14/9/2011 tarihinde yapılan muayenede üçüncü başvurucunun başını dik tutamadığı, oturamadığı ve yürüyemediği belirtilmiştir. Muayene tarihi itibarıyla 2 yaş 7 aylık olan üçüncü başvurucunun gelişiminin 2 ay ile uyumlu olduğu değerlendirilmiştir.
5. Doğumdan sonra birinci başvurucu 18/5/2009 tarihli dilekçeyle doğumu gerçekleştiren sağlık personeli hakkında meslek ve sanatta acemilik nedeniyle yaralanmaya sebebiyet verme ve görevi ihmal suçlarından Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur. Yürütülen soruşturmada konuyla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından 27/1/2012 tarihli, bu rapora itiraz edilmesi üzerine ATK Genel Kurulunca 3/4/2014 tarihli raporlar düzenlenmiştir. Her iki raporda da doğum öncesinde, doğum esnasında, doğumdan sonra küçüğün takip ve tedavisini yapan sağlık personeline atfı kabil ihmal ya da kusur tespit edilemediği sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak Başsavcılık 4/2/2015 tarihli kararıyla kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararda söz konusu raporlardan hareketle şüphelilerin üzerine atılı suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 1/4/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
6. Bahse konu soruşturma devam ederken başvurucular, doğum esnasında gerekli müdahalelerin yerinde ve zamanında yapılmamış olduğunu belirterek idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle Mardin İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. 7/5/2010 tarihli dava dilekçesinde; yapılan ağrı kesici iğnelerden sonra doğumun durduğu, bebeğin zamanında dışarı çıkarılmadığı, normal doğumda ısrar edilmesi, doğum esnasında gerekli müdahalelerin zamanında yapılmaması ve ikinci başvurucunun sezaryene alınmaması nedeniyle üçüncü başvurucunun %85 engelli olarak doğduğu ve ömür boyu bakıma muhtaç hâle geldiği vurgulanmıştır.
7. Mahkeme 1/3/2011 tarihli ara kararı ile bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir. ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 19/3/2012 tarihli raporda mevcut tıbbi belgelere göre normal doğum kararının doğru olduğu, vakum takılmasının uygun olduğu, küçükte tespit edilen hipoksinin epidural anestezi ve anestezi ilacının dozu ve hekimin eylemiyle illiyetinin bulunmadığı bu nedenle doğum öncesi, doğum esnasında, doğumdan sonra küçüğün takip ve tedavisini yapan tüm sağlık personeline ve idareye kusur atfedilemeyeceği belirtilmiştir.
8. Öte yandan doğumu gerçekleştiren Doktor Ş.E. anılan raporda da yer alan beyanında, annenin kalça kemik yapısı ile bebeğin tahmini doğum kilosunun müsait olması nedeniyle sezaryen doğumun düşünülmediğini ve ikinci başvurucunun normal doğuma alındığını ifade etmiştir. Ayrıca rahim ağzının tam açıldığı son aşamada ise bebeğin başı doğum kanalına tamamen indiği için yine sezaryen uygulanamadığını, bebeğin vakum uygulanarak doğurulduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Ş.E., vakum uygulanmasının temel sebebinin annenin ıkınmaması olduğunu vurgulamıştır.
9. Söz konusu rapora başvurucular tarafından itiraz edilmiştir. İtiraz dilekçesinde soruşturma dosyasında da aynı raporun bulunduğu ve itiraz üzerine ATK Genel Kurulu tarafından inceleme yapıldığı belirtilerek ATK Genel Kurulu tarafından düzenlenecek raporun beklenmesi veya dosyanın yeniden ATK Genel Kuruluna gönderilmesi talep edilmiştir. Anılan soruşturma dosyasında bulunan itiraz dilekçesinde başvurucular, 19/3/2012 tarihli raporda sadece bebeğin kalp atım hızının düşmesi neticesinde vakum uygulandığından bahsedildiğini, bebeğe vakum uygulanmasına neden olan sebeplere değinilmediğini vurgulamıştır. Bununla birlikte anılan raporda yer alan hipoksinin doğum öncesi, doğum esnasında veya doğumdan sonra gerçekleşip gerçekleşmediğinin bilenemeyeceğine yönelik ifadenin gerekçeden yoksun olduğu, nitekim bebeğin doğumdan önce oksijensiz kalmadığı hususunun sabit olduğu belirtilmiştir. Öte yandan başvurucular itiraz dilekçesinde, doğum sancıları başladıktan sonra uygulanan anesteziyle birlikte sancı ve ıkınmanın durduğunu, bebekteki kalp atım hızının yavaşladığını ve bebeğin oksijensiz kaldığını, uzayan doğum nedeniyle de bebeğin vakum yöntemiyle anne karnından alındığını iddia ederek 19/3/2012 tarihli raporu kabul etmediklerini beyan etmiştir.
10. İtiraz üzerine ATK Genel Kurulunca 3/4/2014 tarihli rapor düzenlenmiştir. Bu raporda da ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenmiş olan 19/3/2012 tarihli raporla aynı şekilde; mevcut tıbbi belgelere göre normal doğum kararının doğru olduğu, vakum tatbikinin uygun olduğu, çocukta gelişen hipoksinin doğumdan önce, doğum sırasında veya doğumdan sonra ne zaman geliştiğinin bilinemeyeceği, anestezik ilaçların dozu ve hekimin uygulaması arasında illiyet bağı kurulamadığı bu nedenle doğum öncesinde, doğum esnasında, doğumdan sonra küçüğün takip ve tedavisini yapan sağlık personeline atfı kabil ihmal ya da kusur tespit edilemediği bildirilmiştir.
11. Mahkeme 12/9/2014 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; ATK tarafından düzenlenmiş olan raporlara değinilerek sağlık personeline atfı kabil ihmal ya da kusur tespit edilemediğinden idarenin, doğduğu iddia edilen zararlardan sorumlu tutulmasına hukuken imkân bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir.
12. Başvurucular, mahkeme kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. 21/10/2014 tarihli temyiz dilekçesinde başvurucular, ATK tarafından düzenlenen raporların neredeyse kelimesi dahi değiştirilmeksizin aynı mahiyette düzenlendiğini, 35 üyenin imzası bulunan ATK Genel Kurul raporunda sadece bir kadın doğum uzmanının yer aldığını, bu bağlamda detaylandırılmamış, denetime elverişsiz raporların bilimsellikten uzak olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca gebelik döneminde gerekli bütün kontrolleri yaptırdıklarını belirten başvurucular, doğum öncesi ve doğum sırasında oluşabilecek risklerden haberdar edilmediklerini, kendilerine gerekli bilgilerin verilmediğini belirtmiştir.
13. Danıştay Onuncu Dairesi 3/2/2020 tarihli kararıyla mahkeme kararının işin esasına yönelik kısmının usul ve hukuka uygun olduğuna ve onanmasına karar vermiştir.
14. Başvurucular nihai hükmü 11/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
15. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
16. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
17. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
18. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Birinci ve ikinci başvurucu yeterli ve gerekli bilgi ve talimatlar verilmediğinden ve gerekli önlemler alınmadığından üçüncü başvurucunun oksijensiz kaldığını ve %85 engelli hâle geldiğini belirtmiştir. Etkili ve adil bir yargılama yürütülmediğini vurgulayan başvurucular ATK tarafından itirazlarının değerlendirilmediğini, denetime elverişli bir rapor ortaya konulmadığını ve yargılama safahatında üniversite hastanelerinden bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle de yeni bir rapor alınmadığını ifade ederek maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
20. Adalet Bakanlığı görüşünde; somut olayın ve yargılamanın bir özeti yapıldıktan sonra mevcut başvuruda Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
21. Başvuru, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.
22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
23. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli incelenmesi şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
24. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
25. Somut olayda Mahkeme, biri ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu diğeri ise ATK Genel Kurulu tarafından hazırlanmış olan iki farklı raporu davanın reddine ilişkin kararına dayanak almıştır. İtiraz üzerine düzenlenmiş olan ATK Genel Kurulu raporunda konuyla ilgili görülen sağlık çalışanlarının daha ayrıntılı beyanlarına yer verilmiş olmakla birlikte her iki raporun da değerlendirme kısımlarının aynı mahiyette olduğu görülmektedir.
26. Başvurucuların esaslı iddia ve itirazlarının yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce dikkate alındığı, buna göre ATK Adli Tıp İhtisas ve Genel Kurulundan, ayrıntılı somut tespitler içeren bilirkişi raporları tanzim edilmesinin istenildiği anlaşılmaktadır. Nitekim düzenlenen bilirkişi raporlarında normal doğum kararının ve vakum uygulamasının tıp kurallarına uygun olduğu, doğum öncesinde, sırasında ve sonrasında bebeğin takip ve tedavisini yapan tüm sağlık çalışanlarının kusurunun bulunmadığı vurgulanmıştır.
27. Bu durumda başvurucuların yargılamanın sonucuna etkili iddiaları derece mahkemelerince dikkate alınarak, bu hususlarda bilirkişi raporları alınmış, başvurucuların raporlara yönelik itirazları son tahlilde, ATK Genel Kurulu raporu hükme esas alınabilecek nitelikte olduğundan bahisle reddedilmiştir. Bu itibarla yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce başvurucuların ileri sürdüğü iddialar araştırılarak, maddi vakayı aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmiş olup delillerin değerlendirilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir bulguya rastlanmamıştır. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdikleri kanaatine varılmıştır.
28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/11/2023 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY
1. Anayasa Mahkemesi 1. Bölüm 2020/26313 esas sayılı dosyada, sayın çoğunluk başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna ancak Anayasa Mahkemesi’nin 17. Maddesinin güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
2. Aşağıda açıkladığım sebeplerle başvurunun kabul edilebilir olduğuna ve yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilerek somut olay incelenip etkili soruşturma yükümlülüğü yerine getirilmesi amacıyla ihlal kararı verilmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.
3. Olay ve olgular mahkememizin gerekçeli kararında özetlenmiştir.
4. Başvuruya konu olay, 28.01.2009 tarihinde Mardin Kızıltepe Devlet Hastanesine doğum için yatan şahsın doğum sırasında uygulanan sağlık prosedürü nedeniyle doğan bebeğin %85 engelli olması nedeniyle yürüyen yargı sürecine ilişkindir. Başvurucular etkili ve adil bir yargı süreci yürütülmediğini bu nedenle maddi ve manevi varlıklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
5. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli incelenmesi şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
6. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).
7. Somut olayda Mahkeme, biri ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu diğeri ise ATK Genel Kurulu tarafından hazırlanmış olan iki farklı raporu davanın reddine ilişkin kararına dayanak almıştır. İtiraz üzerine düzenlenmiş olan ATK Genel Kurulu raporunda konuyla ilgili görülen sağlık çalışanlarının daha ayrıntılı beyanlarına yer verilmiş olmakla birlikte her iki raporun da değerlendirme kısımlarının aynı mahiyette olduğu görülmektedir. Bununla birlikte bu raporda imzası olan 35 hekim arasında yalnızca bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı bulunmaktadır. Somut olayın özellikleri ile bu iki durum birlikte değerlendirildiğine ATK Genel Kurulu raporunun itiraza konu hususları yeterli derecede aydınlatıcı niteliği haiz olmadığı, ayrıca başvurucuların itirazlarına yönelik yeterli nitelikte gerekçe içermediği söylenmelidir.
8. Nitekim başvurucuların doğum sancıları başladıktan sonra uygulanan anesteziyle birlikte sancı ve ıkınmanın durduğuna, bebekteki kalp atım hızının yavaşladığına ve bebeğin oksijensiz kaldığına, uzayan doğum nedeniyle de bebeğin vakum yöntemiyle anne karnından alındığına ve bu nedenlerle üçüncü başvurucunun engelli doğduğuna ilişkin iddiası (bkz. § 9) ile birlikte doğumu gerçekleştiren doktor Ş.E.nin ıkınmanın olmaması nedeniyle vakum uygulandığına yönelik beyanı (bkz. § 8) bağlamında herhangi bir değerlendirmenin bahse konu raporlarda yer almadığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan sezaryen düşünülmeyen bir doğumda anestezi uygulanması ile birlikte ıkınma sorununun yaşanması ihtimali, bu durumun vakum yöntemiyle doğum sonucunu doğurabileceği ve netice itibarıyla bu silsilenin yaratacağı riskler konusunda herhangi bir açıklama bahse konu raporlarda ortaya konulmamıştır.
9. Sonuç olarak uyuşmazlığın özüne ilişkin başvurucuların bahse konu iddiaları kapsamında detaylı bir araştırmanın yapılmadığı, derece mahkemeleri tarafından da yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle bu durumun açıklığa kavuşturulmadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuların uyuşmazlığın sonucuna etkili iddia ve itirazları maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkına ilişkin anayasal güvenceleri gözeten ilgili ve yeterli bir gerekçe ile karşılanmadığından somut olayın koşullarında devletin pozitif yükümlülüğünün gereğinin yerine getirilemediği sonucuna varılması gerekmektedir.
10. Yukarıda belirtilen gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.
Üye Selahaddin MENTEŞ |
/category/haberler/ , /haberler/