Bu yazımızda; tanık ile bilirkişi arasındaki farklara değinilerek, bilirkişinin açıklamalarının niteliği ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.68/1 uyarınca bilirkişinin duruşmada dinlenmesi incelenecektir.
I. Tanık ve Bilirkişinin Farkları ve Nitelikleri
23818 sayılı Bilirkişilik Yönetmeliği m.4/1-c’ye göre; bilirkişi, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde oy ve görüşünü sözlü veya yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya özel hukuk tüzel kişisidir. Bu tanımdan anlaşılacağı üzere; bilirkişi olmanın ön şartı, uzmanlık gerektiren bir konuda değerlendirmelerde bulunabilmek üzere teknik ve özel bilgiye sahip olmaktır. Buna karşın tanık, olaya ilişkin beş duyusu ile elde ettiği bilgileri mahkemeye sunar. Bir başka ifadeyle; kural olarak, olaya dair beş duyu organından en azından birisiyle edinilmiş bilgisi bulunan herkes tanık olabilecek iken, herkesin bilirkişi olabileceğini kabul etmek mümkün değildir; zira bilirkişilik, konu hakkında uzmanlığın, özel ve teknik bilginin bulunmasını gerektirir.
Bilirkişi; tanığın aksine, olaya ilişkin kendi duyularından kaynaklı bilgisi bulunmadığından veya “kaza tespit tutanağı” veya “olay tespit tutanağı” gibi zabıt mümzii tanık olmadığından, olay hakkındaki değerlendirmesini, kendisine sunulan deliller kapsamında, kendi uzmanlık alanı çerçevesinde gerçekleştirir. Hazırladığı raporda yer verdiği görüş ve açıklamalar, kendi görgü veya bilgisinden kaynaklı olmayıp, elde edilen delillerin değerlendirilmesi niteliğindedir. Bu nedenle tanık beyanları; beyan delili niteliğinde iken, bilirkişinin hazırladığı rapor bir delil değil, delil değerlendirme vasıtası niteliğindedir.
Hakimin sahip olmadığı uzmanlığa, özel ve teknik bilgiye dayanılarak hazırlanan bilirkişi raporu; konunun anlaşılması, olayın aydınlatılması ve maddi hakikate uygun karar verilmesi için önemlidir. Dolayısıyla; tanık beyanları ve bilirkişi raporları farklı nitelikleri haiz olmakla birlikte, ikisi de maddi hakikate ulaşılmasını sağlamayı hedefler. Ancak bilirkişinin uzmanlığı nedeniyle sahip olduğu teknik ve özel bilgi, hakim yerine geçerek hukuki değerlendirmede bulunabileceği anlamına gelmez. Bilirkişinin görevi, sahip olduğu özel ve teknik bilgi ile hakimin hukuki değerlendirmede bulunmasına yardımcı olmak üzere yorum yapmak ile sınırlıdır. Oysa tanığın olaya dair kişisel değerlendirmelerde ve yorumlarda bulunduğu beyanları sübjektif nitelikte olup, olayın aydınlatılmasına ve esas alınmaya uygun olmadığından, beyan delili olarak dahi nitelendirilmemektedir. Bir başka ifadeyle; tanıktan, herhangi bir yorumla kanaate varması beklenmez iken, bilirkişiden beklenen, teknik ve özel bilgi gerektiren konuyla ilgili delillere dayanarak, objektif olarak yaptığı yorum ve değerlendirmelerle, hakimin hukuki değerlendirmede bulunmasına yardım etmesidir.
II. Bilirkişinin Duruşmada Dinlenmesi
CMK m.68/1’e göre; “Mahkeme, her zaman bilirkişinin duruşmada dinlenmesine karar verebileceği gibi, ilgililerden birinin istemesi halinde de açıklamalarda bulunmak üzere duruşmaya çağırabilir”. Bilirkişinin duruşmada dinlenmesi konusunda; bilirkişiden delili değerlendiren rapor isteyen mahkeme re’sen dinlenmesine karar verebileceği gibi, taraf talebi ile de bilirkişiyi dinleyebilir. Bilirkişi keşifte de dinlenebilir (CMK m.84/2).
Bilirkişinin görüşleri ile ilgili duruşmada dinlenmesi kural olmayıp, ancak mahkemenin re’sen veya ilgililer tarafından talep edilmesi halinde mümkündür. Kanun koyucu; tanıklığın aksine, bilirkişinin “sözlülük” ve “vasıtasızlık” ilkesi uyarınca mahkeme önünde dinlenmesini zaruri görmemiş, bunu mahkemenin veya ilgililerin istemine bırakmıştır.
Yargılamalarda “sözlülük” ve “vasıtasızlık” ilkesinin, vicdani kanaatine göre karar verecek mahkemenin, fiilin oluşuna ilişkin hususlardan mümkün olduğunca doğrudan, yani araya başka bir vasıta girmeden bilgi sahibi olması için benimsendiği gözönünde bulundurulduğunda; bilirkişinin açıklamalarının, olayın oluşuna ilişkin bilgiler içermediğinin Kanunda da kabul edildiği anlaşılmaktadır. Bilirkişinin açıklamalarının birer delil değerlendirme vasıtası olması, bunların kural olarak duruşmada dinlenmemesi sonucunu ortaya çıkarmakla ve bilirkişi raporunun duruşmada okunması ile “sözlülük” ilkesi sağlanmakla birlikte, “vasıtasızlık” ilkesinin gereğinin yerine getirilmesi için bilirkişinin duruşmada bizzat dinlenmesi gerekmektedir[1]. Aksi takdirde; bilirkişiye soru sorma hakkının kullanılması mümkün olmayacak, somut olayın aydınlatılması için gerekli bazı hususların bilirkişiye açıklattırılması imkanı sağlanmamış olacaktır.
Bilirkişi; esas itibariyle bilgisine başvurulan konu ve değerlendirdiği delillerle ilgili dinlenir ve raporunda eksik kalmış hususlar veya duruşmada dinlenirken ortaya çıkan ek sorunlar hakkında da beyanlarda bulunur[2]. Ancak ek sorunlar hakkında beyanda bulunma yetkisi, bilirkişinin uzmanlığı ile sınırlı olup, teknik ve özel bilgisinin bulunduğu konular haricinde yapılan yorum veya hukuki değerlendirmelerin mahkeme tarafından dikkate alınmaması gerekir.
Bilirkişinin duruşmada dinlenmesi ihtiyacı özellikle soruşturma ve/veya kovuşturma evresinde alınan bilirkişi raporları arasında görüş farklılıklarının, ihtilafların bulunması halinde ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu durumda, bilirkişinin konu hakkındaki görüşlerinin anlaşılır hale getirilmesi ve ihtilaflı hususların giderilmesi için duruşmada dinlenerek kendisine soru sorulması, maddi hakikate ulaşılması için gereklidir. Delil değerlendirme vasıtası bilirkişi raporunun anlaşılır hale getirilmesi için mahkemece gereğinin yapılmaması, Yargıtay kararlarına konu olmaktadır.
Yargıtay 13. Ceza Dairesi’nin 27.04.2015 tarihli, 2014/23597 E. ve 2015/7808 K. sayılı kararında[3]; bilirkişi tarafından hazırlanan raporda “çocukların işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin tam olarak gelişmediğinin” belirtilmesi karşısında, raporu hazırlayan bilirkişinin CMK m.68/1 uyarınca duruşmaya çağrılıp dinlenmeyerek, bu kanaate ulaşmasına sevk eden olguların açıklattırılmaması bozma sebebi yapılmıştır.
Bilirkişi raporları arasında ihtilaf bulunabileceği gibi, bilirkişinin duruşmada dinlenmesi sırasında, kendi raporundaki yazılı açıklamaları ile sözlü açıklamaları arasında da çelişkilerle karşılaşılabilir. Bilirkişinin yazılı ve sözlü açıklamaları arasındaki çelişkinin giderilmesi kaydıyla açıklamaların hükme esas teşkil edebileceği kabul edildiğinden mahkeme, bilirkişinin açıklamalarından birisini esas almamalı, önce bu çelişkiyi gidermelidir[4].
Sonuç olarak; CMK m.68/1 uyarınca bilirkişinin veya mütalaa hazırlayanın duruşmada dinlenmesi, “sözlülük” ve “vasıtasızlık” ilkesine uygun olup, maddi hakikate ulaşılması için önemli değerlendirmelerde bulunan ve bu anlamda hakimin yardımcısı konumunda olan bilirkişiye başvurularak, kişilerin aydınlatmasına, varsa ihtilaflı hususların giderilmesine ve soru sorma hakkının kullanılmasına olanak sağlamaktadır.
III. Değerlendirmemiz
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde; bilirkişinin görevinin yalnız uzmanlık gerektiren raporu hazırlamaktan ibaret olmadığı, hazırlanan raporun mahkeme ve diğer süjeler tarafından anlaşılır kılınması gerektiği, bu kapsamda CMK m.68/1 uyarınca bilirkişinin duruşmada dinlenmesi istendiği takdirde, duruşmaya gelerek açıklamalarda bulunmasının görevi kapsamında olduğu, ancak bu şekilde bilirkişiye başvurulmasının gerçekten maddi hakikate ulaşmayı sağlayacağı anlaşılmaktadır.
Bilirkişinin duruşmada dinlenmesi sırasında kendisine doğrudan soru yöneltilebilmekle birlikte, uzmanlığı ve raporu ile ilgili sorulan sorular, bilirkişinin bir tanık gibi sorgulanmasına yönelik değil, anlaşılmayan ve açıklanmasına ihtiyaç duyulan hususlar giderilerek, mahkemenin maddi hakikate uygun bir kanaate ulaşmasına yöneliktir. Ayrıca bilirkişinin duruşmada dinlenmesi ile konuya hakimiyeti, uzmanlığı ve kanaatine nasıl ulaştığı gibi hususları bizzat kendisine onaylatarak, o bilirkişi tarafından hazırlanan raporun güvenilirliği hakkında kanaate varılabilecektir[5].
Maddi hakikate ışık tutulması bakımından, alınan bilirkişi raporlarında veya aynı bilirkişinin sözlü ve yazılı beyanları arasında ortaya çıkan çelişkilerin giderilmesi elzemdir. Aksi takdirde; çelişkinin bulunduğu hususta şüphenin sürdüğü kabul edilerek, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince, şüphenin sanık lehine yorumlanması veya hükme esas alınan rapora neden üstünlük tanındığı kararın gerekçesine yansıması gerekir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi, bu konuda verdiği 26.10.2017 tarihli, 2015/7039 E. ve 2017/7196 K. sayılı kararında; “Raporlar arasında farklılık bulunması sebebi ile çelişkiyi giderecek şekilde yeniden üniversitede görevli uzman kişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulundan veya Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 23/1 maddesine göre Adli Tıp Kurumu genişletilmiş ihtisas dairesinden rapor alınması ya da mevcut raporlardan hangisine üstünlük tanındığının tartışılarak nedenlerinin gerekçeli kararda gösterilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hükümler kurulmasını,” bozma sebebi yapmıştır. Buna göre mahkeme; deliller hakkında vicdani delil sistemine göre kanaat oluşturup, bunu gerekçesine yansıtırken, delil değerlendirme vasıtası olarak kullandığı raporlar bakımından da aynı yükümlülük altındadır.
Sonuç olarak; bilirkişinin, olaya dair beş duyusu ile elde ettiği herhangi bir bilgisinin bulunmadığı, bilgisinin ve değerlendirmesinin, kendisine sunulan delillerden ibaret olduğu ve bu şekilde hazırladığı raporun da bir delil değerlendirme vasıtası olduğu, dolayısıyla tanıklığın aksine, bilirkişiden delil elde edilmediği unutulmamalıdır. Bu kapsamda CMK m.68/1 uyarınca duruşmada dinlenen bilirkişi, tanık sıfatı ile değil, delil değerlendirmesi yapan uzman kişi olarak dinlenir ve uzmanlığı çerçevesinde, objektif olarak değerlendirdiği deliller neticesinde hazırladığı bilirkişi raporunu sunar. Bu durum; yargılamanın “sözlülük” ve “vasıtasızlık” ilkesine uygun olup, soru sorma hakkının kullanılması ile çelişkili hususların giderilmesine imkan sağlaması ve maddi hakikate ulaşılmasına hizmet etmesi nedeniyle önemlidir.
Yargılamaya konu olayda tanıklığı olan, yani beş duyu organı ile suça konu fiil ve/veya fail hakkında bilgisi, görgüsü bulunan birisi, bilirkişilik değil, tanıklık yapabilir. Tanığın beyanları, yargılamaya konu fiili nitelendirmeden ve yorumlamadan kendi bakış açısı ile bilgisini, görgüsünü paylaşan kişinin beyan delillerinden ibaretken; bilirkişilikte, çözümü uzmanlığı, teknik veya özel bilgiyi gerektiren konularda keyfi değil, fakat bilgisi dahilinde yorumlarda bulunan kişinin delil değerlendirme vasıtası olarak kabul edilen yazılı ve sözlü beyanlarının dosyaya dahil edilmesi gündeme gelir. Her ikisinde de doğruluk önemli olmakla birlikte, tanık beyanının bağlayıcı özelliği bulunup, gerekçesi kararda belirtilmek suretiyle hükme esas alınmayabilir, bilirkişi raporu da bağlayıcı olmayıp, hakime ve mahkemeye yardımcı olan yazılı ve/veya sözlü mütalaa niteliği taşıdığından, uzmanlık, özel veya teknik bilgiler içerse de yine hakim tarafından gerekçesi gösterilmek suretiyle gözönünde bulundurulmayabilir. Bununla birlikte; beyan delili olan tanık ifadesi ile delilleri değerlendirme vasıtası olan bilirkişi raporu, mahkeme tarafından keyfi olarak gözardı edilemez. Maddi hakikate ve adalete faydası olacak her delil ve delilleri değerlendirme vasıtasının dikkate alınması gerektiğinden, bu konuda yapılacak hata, eksiklik veya hukuka aykırılık elbette kanun yolu denetiminde dikkate alınacaktır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Stj. Av. Doğa Ceylan
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
—————
[1] Handan Yokuş Sevük, Ceza Muhakemesinde Bilirkişilik, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Mecmuası, Cilt 64, Sayı 49-107, 2006, s. 87.
[2] Ali Kemal Yıldız, Ceza Muhakemesi Hukukunda Bilirkişilik, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 10, Sayı 3-4, s. 331.
[3] “Suça sürüklenen çocuklar hakkında Sosyal İnceleme Raporu düzenleyen psikolojik danışmanın ‘çocukların işledikleri fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneklerinin tam olarak gelişmediğini’ bildirmesi karşısında CMK’nın 68. maddesi kapsamında bu uzmanın duruşmaya çağrılarak dinlenilmesi ve belirtilen kanaate ulaşmasına sevk eden olguların somut olarak neler olduğunun açıklattırılması ve sonucuna göre psikiyatri uzmanı ve adli tıp uzmanının da yer aldığı bir kuruldan çocuklar hakkında yeniden rapor alınması gerekip gerekmediği hususunda bir karar verilerek çocukların cezai sorumluluklarının bulunup bulunmadığı hususunda tam bir vicdani kanaate ulaşılması gerekli iken bu husus yerine getirilmeksizin eksik soruşturma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması (…) bozmayı gerektirmiş…”
[4] Ali Kemal Yıldız, s. 342.
[5] Gökhan Karaburun, Karar Örnekleriyle Yargıtay’ın Bilirkişiliğe Bakışı ve Bilirkişiliğin Sorunları, Adli Tıp Bülteni, 22 (3), 2017, s. 204.
/category/haberler/ , /haberler/