Tahkik (Engizisyon) muhakeme usulünde davacı ve hâkim sıfatı engizitörde toplanmıştır. Engizitör, hem davacı hem de davanın hâkimidir. Ceza Muhakemesi hukukumuza egemen olduğu kabul edilen karma (işbirliği) sistemde ise itham sisteminin etkisiyle iddia makamı ile yargılama makamının ayrıldığı iddia edilmektedir.
Acaba bu iddian ne kadar doğrudur?
Adli teşkilata ilişkin mevzuat ve uygulama incelendiğinde hukukumuzda iddia makamı ve yargı makamının pek de ayrılmadığını görüyoruz. İddia makam ile yargılama makamının ayrılığından ziyade birlikteliğini ve yargılamada diyalektiğin olmadığını gözlemliyoruz.
1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde hâkimlik mesleği ve savcılık mesleği ayrı ayrı düzenlenmişti. Yüksek Savcılar Kurulu ve Yüksek Hakimler Kurulu olmak üzere iki kurul mevcuttu. 1982 Anayasasıyla birlikte hâkim ve savcılık mesleği bir arada düzenlenerek Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu oluşturulmuştur. Keza 4/7/1934 tarih ve 2556 sayılı Hakimler Kanunu 12 Eylül darbesinden sonra 2661 sayılı Kanunla Hakimler ve Savcılar Kanunu olarak değiştirilmiştir. Hâkim ve Savcılık meslekleri aynı meslek kabul edilerek, iddia ve yargılama makamları adeta birleştirilmiştir.
2802 Sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda hakimlik ve savcılık aynı meslekler olarak düzenlenmiştir. Mesleğe alımları, eğitimleri, atanmaları aynı kurlarla tabidir.
Hâkim ve savcı birlikteliğini, bu meslekler için kurulan STK’larda da görmekteyiz. YARSAV, HAKSAV, YARGIDA BİRLİK kuruluşlarının üyelik koşullarını incelediğimizde hakim ve savcı birlikteliğinin bu STK’larda da devam ettiğini görüyoruz.. YARGIÇLAR SENDİKASI’nın adından hareketle bu sendikanın sadece yargıçlar tarafından kurulduğu izlenimi veriyorsa da tüzüğünü incelediğimizde hâkim savcı birlikteliğinin burada da devam ettiğini görmekteyiz. Yargıçlar Sendikası Tüzüğünün 7’nci maddesinde sendikaya üye olabilecekler arasında üye olabilecekler arasında, ilginç bir şekilde, “büro, bankacılık ve sigortacılık hizmet koluna tabi diğer kamu görevlileri’nin de yer aldığını görmekteyiz.
Hâkim savcı birlikteliğinin sosyal hayatta aynı lojmanlarda komşu olmak, aynı sosyal tesislere devam etmek gibi gündelik hayatta da sürdüğünü gözlemlemekteyiz. Hâkim ve savcıların, adliye saraylarında aynı mekanlarda çalıştıklarını, adliyelerin yönetiminin ise Başsavcılıkta olduğunun da altını çizmek gerekir.
Hâkim ve savcılar, yazılı hukukta bir dayanağı olmamasına karşın kürsüde de birliktedirler.
Emekli Savcı Ahmet AYVAZ’ın “Bir Savcının Anıları Adaletin Gözyaşları” isimli eserdeki şu anekdot bu konuya yeterince açıklık getirmektedir:
“ Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde fasılasız bir şekilde beş yıl boyunca iddia makamını temsil etme onuruna eriştim. İlk günde son ana kadar mahkeme heyeti ile olan ilişkilerim son derece medeni ve uyumlu oldu. Böyle olmakla beraber hiçbir zaman görüşüme uymayan kararları temyiz etmekten geri kalmadığımı da belirtmek isterim. Bu mahkemedeyken halimden son derece memnundum., kaldı ki burada önemli davalara bakarken belli bir hukuksal birikime ulaşıyor ve içtihadi bilgiler ediniyordum. Kararları dört hukukçunun ortak akıl ve ferasetiyle vermekte olduğumuz için bir kişinin altından kalkmakta zorlanacağı meseleleri heyet halinde rahatlıkla çözüme kavuşturabiliyor, kimin kimden farklı bir bilgisi varsa ortaya döküyor ve bundan hepimiz yararlanıyorduk Bu mahkemede çalıştığım sürece ruhen arındım, dinlendim ve rahatladım.”
Anekdottan anlaşıldığına Bakırköy 9. Ağır ceza Mahkemesi, savcının da katılımıyla dört kişiden oluşan bir heyet olarak çalışmıştır. Kitabın 499. Sayfasındaki anekdottan ise, bu çalışma biçiminin bu mahkemeye özgü olmadığını, yazarın İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde çalışırken de savcının heyete dâhil edildiğini, müzakerelere aktif olarak katıldığını anlıyoruz. Hatta DGM’de görülen bir davanın müzakeresinde savcının tahliye talebine mahkeme başkanının müzakere esnasında “Efendim mutlaka cezalandırılması gereken bu insanları nasıl tahliye ederiz, böyle şey olur mu, haydi biz ettik, MİT ve Genelkurmay buna ne der” diye tepki göstermesi ülkemizde egemen olan “hukuk zihniyeti” açısından ve hâkim ve savcıların hangi sosyal ve siyasal etkilerin altında karar verdiği ayrıca incelenmeye değer bir konudur.
Görüldüğü üzere karma sistem olduğu söylenen Türk Ceza Muhakemesi sisteminde iddia makamı ve yargılama makamı hukuken, fiilen ve sosyal çevre olarak ayrılmamıştır. Her ne kadar görünüşte bu makamlar ayrıymış gibiyse de iddia makamı ve yargılama makamı rol ve işlevleri birbirine karışacak şekilde iç içe geçmiş durumdadır. Hukukumuzda iddia ve yargılama makamlarının birliğinden bahsetmek abartı olmayacaktır. Bu ise engizisyon (tahkik) sisteminin en bariz özelliklerinden biridir. Türk ceza muhakemesi sisteminde bir tarafta iddia ve yargılamayı birlikte yürüten hâkim ve savcı, diğer tarafta savunmayı temsil eden zayıf ve etkisiz bir müdafilik kurumu bulunmaktadır. Ceza muhakemesinde savunma, karma görünümlü tahkik sistemine meşruiyet kazandırmak için büyük ölçüde şeklen muhakemede yer almaktadır.
Hukukumuzda üç kuvvete dayalı diyalektik muhakeme değil, bir tarafta iddia ve yargı birlikteliği diğer tarafta savunmanın şeklen yer aldığı ikili bir kutupluluk söz konusudur. Hukukumuz açısından teoride sık sık ifade edilen sav-savunma-yargı diyalektiği hukuken ve fiilen gerçeği yansıtmamaktadır.
Sonuç olarak ceza muhakemesi sistemimiz, tahkik (engizisyon) sisteminin çok fazla özelliklerini içinde barındıran bir sistemdir. Olağanüstü dönemlerde ve siyasi davalarda ise savunmanın tamamen dışlandığı neredeyse pür engizisyon sistemine dönüşmektedir. Uygulamada sıkça dile getirilen “kolluk fezlekesinin iddinameye iddianamenin hükme dönüşmesi” eleştirisinin temelinde karma sistem ve bu sistemin mahsulü olan ve nesilden nesile aktarılan engizitör hakim-savcı habitusu yatmaktadır.
/category/haberler/ , /haberler/