“Son tahlilde hukuk, avukatların ne olduğudur. Ve hukuk ile Avukatlar ise hukuk fakültelerinin onları yaptığı şeydir.”*
Felix Frankfurter
Kültür
Toprak, ekonomi ve siyasi bağlarla birbirine bağlanmış insanların oluşturduğu bir grup olarak her toplum, üyeleri tarafından total bir yaşam tarzı olarak paylaşılan bir “kültür”e sahiptir. Nesilden nesile aktarılan bu kültür, sosyal yaşamın tüm yanlarına nüfuz etmektedir. Bir balığın suyun farkında olmaması gibi insanlar da kültürel varsayımların pek farkında olmazlar/sorgulamazlar. Ayrık durumlar dışında kültürümüzün etkileri genelde bizlerce sezilmemektedir. Ne var ki, bizler sosyo-kültürel sistemlerin hem yaratıkları ve hem de yaratıcılarız. Sosyal yaşamda “sebeple sonuç bir doğru üzerinde değil, bir çember üzerinde hareket eder”: Bir sosyal sürecin ilk evresinde ortaya çıkan sonuç, sürecin ikinci evresinde kendini yaratan sebebin arkasına geçerek onu etkiler; yani sebebi değiştirir. Örneğin kültürü üreten, yaratan insan, aynı zamanda, meydana getirdiği, ürettiği kültür tarafından da belirlenmektedir. Bizler sosyo-kültürel sistemlerin hem yaratıkları ve hem de yaratıcılarız.
“İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa,
Toprağını iten çiçeğe,
Konya’nın beyaz,
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer.”
(Edip Cansever’in “Mendilimde Kan Sesleri”adlı şiirinden)
Kültür, balık için deniz, insan için hava neyse kültür odur; elle tutulmaz/görünmez bir nesne. Balık içinde yüzdüğü denizde binlerce şeyi inceler amma denizi hiç incelemez. İşte kültür balığın algılamadığı gibidir.1
“Kültür” kavramının gelişim ve kullanımı, insanların toplum, toplumsal değişim ve ideal toplum üzerine inançları ve değerleriyle ilişkilidir. Belli bir kişi veya grubun benim yargı ve tepkilerimi paylaşmaması şu üç olası nedenden kaynaklanabilir:
1. Sözü edilen kişi veya grup farklı bilgilerle karşı karşıya gelebilir;
2. Kişi veya grup tembel, irrasyonel veya nesnel kanıttan makul sonuca varmak üzere normatif bir biçimde davranmaya isteksiz veya iktidarsız olabilir;
3. Kişi veya grup (ya kanıtı yorumlama veya kanıttan sonuca gitmede) ideolojik, çıkar düşüncesi veya çarpıtıcı etki yapan diğer değişkenle taraflı davranabilir.
Kültür etrafımızda cereyan eden olayları algılama ve değerlendirmemiz için mercek işlevini görmekte; birey olarak sorunların çözümü ve temel insani ihtiyaçların karşılanmasında referans olmaktadır. Kültür olgusu, birbirine bağıntılı üç öğeden oluşmaktadır: Algısal (nasıl düşündüğümüz ve ilettiğimizi tanımlayan), normatif (inançları ve değerleri tanımlayan) ve maddi (toplumda kullanılan maddi sahiplenmelerin tümünü kapsayan) öğedir. Sosyal değişkenler, ekonomik değişkenlere oranla çok daha yavaş değişirler. Oliver E. Williamson (1932–2020), kurumların değişim sürecini irdelerken, kurumların kültüre oranla çok daha çabuk değiştiğini (10 yıllık süreçlere karşın 100 yıllık süreçler) savunur.2
Her kültürü belirleyen değerler geniş ölçüde kültürdeki bireylerin gereksinmelerine yanıt oluşturmaktadır. Adam öldürme, hırsızlık ve cinsel istismar gibi yasaklar, ahlaki değerlerin belirgin örneklerini vermekte/genelde toplumda yaşayan bireylerin gereksinmelerine hizmet etmektedir. Zaman zaman da kültürel normlar işlevselliğini yitirmesine/ona vücut veren koşulların yokluğuna karşın varlığını sürdürmektedir- kültürel boşluk.
Kültürün normatif bileşeninde yer alan ahlak/etik değerlere bakıldığında bu kavramların ayırdına varılmalıdır. Ahlakilik ötekilere (insanları, hayvanları ve en önemlisi Tanrı’ya) olan bir görevler dizisidir. Bu görevler insan davranışı üzerine oluşan ciddi sorulara ilişkin bizlerin ben merkezli (Adam Smith) veya sınıfsal güçlerin menfaatçi duygusal tepkilerini denetlediği varsayılmaktadır. Davranış türü olarak borçlu oluşumuza ilişkin ahlakilik bizim itilerimiz/dürtülerimiz üzerine denetleyici olarak çalışmakta ise de bu bir us (reason) biçimi değildir. Köpek boynundaki tasma ile akıl yürütme süreci olmaksızın denetlenmektedir. Benzer şekilde, duygusal tepkiyi denetleyen bir argümandan ziyade diğer bir duygu da (acımanın kızgınlığı denetlemesi gibi) olabilmektedir. Nitekim, bir yayaya çarpmamak için direksiyonun kırılması veya engelli bir yaşlıya caddeyi geçmesi için yardım edilmesi kişinin ahlaki bir düşünme süreci sonucu icra edilmemektedir. Önemli olan ahlaki zekanın bir refleks olarak belirmesidir.
Bu süreçte ahlaki değerler/küresel kavramlar ile gücün karşılıklı etkileşimi de göz önüne alınmalıdır. Her ikisi de koordine veya birbirini destekleyen fikirler değildir. Bunlar ancak birbirini kesen ayrı daireler olarak ele alınabilir ve kesiştikleri alanda hukuk yer almaktadır. Ahlaki/küresel değerler, güçle desteklenirken; güç, ahlaki/küresel değerlerle sınırlandırılmaktadır.
Kültür, belli bir zaman diliminde halkın beslediği fikir ve düşünceler ile toplumsal koşullara dayalı bulunmaktadır. Aynı davranış farklı kültürel gruplar arasında oldukça farklı şekillerde yorumlanabilir. Öte yandan, en aptal ve açıkça hatalı fikirler de sorgulanmaksızın doğru olarak kabul edilebilmektedir. Ekonomi tarihçisi Carlo M. Cipolla’nın “Aptallık Yasası” şunlardır:
– Her zaman ve kaçınılmaz olarak herkes toplumdaki aptal kişilerin sayısını küçümsemektedir.
– Belli bir kişinin aptallığı, o kişinin belli bir karakteristiğinden bağımsız olarak belirmesi olasıdır.
– Aptal bir kişinin öteki kişi veya bir grup kişiye zarar verirken kendisinin bir kazanımı olmaması ve hatta zarar görmesi olasıdır.
– Aptal olmayan insanlar, aptal insanların zarar verme gücünü daima küçümserler. Özellikle, aptal olmayan insanlar her zaman ve mekânda ve her halükârda aptal insanlarla ilişkiye girmenin ve/ya birlikteliğin her zaman pahalı bir hata olduğunu unuturlar.
– Aptal kişi en tehlikeli insan türüdür.
Her meslekteki kişilerden % 2’si aptal konumdadır.
Hukuk Dinamikleri
Günlük yaşamımızdaki hukuk dinamikleri sosyolojisine bakıldığında dört temel fikir belirmektedir:
– Birincisi, insan kültürü ve toplumlarda “adalet arayışı”, hem kökten/ en temel ve hem de evrensel oluşu inancından kaynaklanmaktadır. Adaletsizliğe karşı refleks benzeri tepki öyle güçlüdür ki, tüm öteki düşünceler ikincil önemdedir. Bu gözlem adalet forumlarının her yerde olduğunu belgelemektedir: Adalet fikri her kültürde yer almakta ve genelde bilinç altı veya yarı bilinç sevilerinde işlev görmektedir-adaletsizlik hissi.
– İkincisi, hukuk stillerinin değiştiğini; hatta aynı mekânda bile sosyal ve kültürel çevreye göre değişmekte olduğudur.3
– Üçüncü fikir, hukukun seyri, büyük ölçüde hukuku kullanmak üzere kimin ne türden amaçlarla motive edildiğine dayalıdır- tüketici hukuk teorisi.
– Dördüncüsü, hukukun güç eşitleme işlevi azaldığında, hukukun günlük yaşamdaki rol ve etkisi de düşmektedir. Hele infazın yokluğu halinde hukuksuzluk geçer akça olmaktadır. Gerçekte ceza hukuku normlarının ihlalinde kamu davasına konu olmaması halleri, adalet sisteminin bireysel savları işleme koyma yetersizliği ve önleyici tedbirlere ilişkin genel isteksizlik, illegal davranışı cesaretlendirmektedir.
Çıkarım olarak, hukukun kaynağında toplumsal yaşamı; toplumsal mücadeleyi buluyoruz. Toplumda var olan çatışmalar kaçınılmaz olup, grup varlığı için de gerekli bulunmaktadır. Zıtlaşmaların ve çatışmaların bireyler ve gruplar arası ilişkileri belirlediklerini (çatışma teorisi), hukuk kurallarına da bu nedenle ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu kuralların oluşumunda çeşitli etkenler rol oynamaktadırlar. Ancak, hukukun kaynağı derken, hukuk kurallarının çıkış nedenleri veya çıkış biçimlerinden çok, toplumda doğurdukları sonuçlar önemlidir. Bireyler ve gruplar arası ilişkilerinin gerçekte nasıl düzenlendiği, uyumsuzlukların gerçekte nasıl cezalandırıldığı sorunu bizleri ilgilendirecektir. Yalnız unutulmamalıdır ki, hukuk, vicdanın/ kültürün rahminde akıl tarafından döllenir.4
Hukuk Kültürü/Kültür Olarak Hukuk
Kültür ve hukuk arasındaki ilişki uzun zamandır varsayıldı. Baron de Montesquieu “Esprit des lois” (1748/276 yıl önce) adlı eserinde, pozitif hukukun ülkenin coğrafik özelliklerine ve halkın kültürel niteliklerine uyumlu olması gereğine işaret etti. XX. Yüzyılda Max Weber (1864-1920), rasyonalite fikrini batı hukukunun çekirdek bir ölçütü olarak mukayeseli kültürel hukuk sosyolojisini tesis etti. Bu ölçüt bugün de geniş bir kabule mahzar olmuştur. Yaygın bir anlayışa göre, hukuk kültürü, hukuku yaratmak ve hukuka anlam yüklemek için sürecin geri planını oluşturmaktadır. Kültür geleneksel olarak doğa karşıtı olarak tanımlandığından, doğal hukukun çöküşünden sonra tüm hukukun zorunlu olarak kültürel olması fikri kabul gördü. Aynı nedenle, hukuk kültürü hukuktan ayrılmaz oldu.5 Hukuk kültürü, hukuki bir topluluğun sembolik ve ritüel olarak aracılık edilen normatif düzenidir (Gephart) ve büyük ölçüde gelenekler, anılar, ilgili uygulamalar/içtihatlarla şekillendirilmekte; analitik boyutları olarak normlar, ritüeller, semboller ve örgütler yer almaktadır. Hukuk bilinci de toplumsal ilişkilerde sergilenen hukuk anlayışı ve anlamıdır-tabandan gelen kollektif bir bellek söz konusu olmaktadır.
Toplumlar ve kültürlerin akışkan ve değişken bir tabiatı olduğu ve hukukun da aynı niteliği taşıdığı görülmektedir. Kültür ve toplum, hukuku biçimlendirmekte; hukuk geliştikçe de kültürü etkilemektedir. İşte kültürün hukuku etkilemesi kadar hukukun da kültürde yaptığı değişim, toplumlar ile hukuk sistemleri arasında karşılıklı bağımlılık olduğunu göstermektedir.
Hukuk aslında her toplumsal yapı gibi kültürün bir ürünüdür. Kültürümüz, toplumu ve onun içindeki yerimizi nasıl algıladığımızı, dolayısıyla toplumun nasıl “olması gerektiğini” ve uyması gereken kuralları nasıl algıladığımızı tanımlamaktadır. Bu doğrultuda hukuk kültürü kurumsal (benzer) uygulamalarla işler hale getirilen hukuka ilişkin fikirler ve beklentiler olarak tanımlanabilir.
Hukuk kültürünün altı unsuru, norm üretimi, çatışma çözümü, adalet fikri ve bilinci, hukuki yöntem, profesyonelleşme ve uluslararası bağlamından oluşmaktadır. “Hukuku sanki test tüpünde inceleyen bir laboratuvar numunesiymiş gibi düşünmek, hukuktan sanki bağımsız bir nesneymiş gibi bahsetmek hukukçuların büyük çoğunluğunun yaptığı bir hatadır. Hukuk kendisine ait bir dünyaya sahip değildir” (J.Sumption). Burada, diğer insanların uyguladığı yaptırımlarla desteklenen, insanların davranış direktifleri olan kurallardan bahsediyoruz.
Bu bağlamda irdeleyeceğimiz başlıca sorular şunlardır: Kişilerin düşünce, inanç ve varsayımları ne ölçüde sosyal çevresini ve sosyal çevrede ne ölçüde onların düşünce, inanç ve varsayımlarını etkilemektedir? İnsanlar yargıya güvenmedikleri için mi, hukuk sistemi iyi çalışmıyor veya hukuk sistemi iyi çalışmadığı için mi kişiler yargıya güvenmiyor? Bu tür sorunların çözümü, nedenselliğin her iki yönde açıkça belirmesi ve inançlar ile eylemler arasındaki etkileşimin oldukça girift oluşu nedeniyle kolay olmamasıdır. Yalnız saptanan temel husus, inançlar, varsayımlar ve uygulamaların kültüre dayalı hukuk sistemini etkilemesinin esasta doğru olmasıdır. Yalnız unutulmamalıdır ki, hukuk, vicdanın/ kültürün rahminde akıl tarafından döllenir-akıl teri.6
Hukuk mekanizması, gerek “yapı” ve gerekse “işlemesi” yönünden toplumsal gerçekliğin bir parçası olduğundan toplumsal organizma ile hukuk mekanizması arasında var olan karşılıklı bağımlılık, sosyolog için özellikle önemlidir. İşte bu bağlamda kurulan işlevsel ilişki doğrultusunda “yaşayan hukuk”, toplumsal yaşamın bir işlevi olarak ifade edilebileceği gibi: y=f(x) bunun tersi şeklinde de ifade edilebilir: x=f(y) Ubi societas ibi lex (y=yaşayan hukuk, x=toplumsal yaşam). Sosyoloğa düşen bir görev varsa, o rol insanlara ders vermekten çok, onlara mücadelelerinde kullanabilecekleri birtakım silahlar vermektir. Gerçekleri bilmek kişileri gerçekçi olmaya yöneltir.
“Eflatun’u, Sokrates’i de. Ama en çok doğruyu/gerçeği severim”.
Aristoteles
Genelde yazılı hukukun yaşayan hukuka dayalı olması gereklidir. Analojik olarak, kağıt para üzerindeki rakam, paranın gerçek değil, itibari değerini gösterdiği ve Devletin gerçek ekonomisi ile tutarlı olmayan para basımı enflasyonu körüklediği gibi yalnızca kağıt paraya, onun kanuni gücüne dayalı ekonomi düzeni tasarlanamaz; toplumda “yaşayan hukuka”, fert ve toplumun diyalektik değer hükümlerine dayalı olmayan yasalarla da hukuk düzeni kurulamaz. Bu yüzden, yaşayan hukuk, yazılı hukuku kendine benzetir. Nitekim, toplumumuzda olduğu gibi üyelerin çoğunda hak saygısı ve hukuk bilinci gelişmemiş ülkelerde yasalar ne kadar yetkin olursa olsun hukuk düzeninin üstün seviyede olması beklenemez. Yabancı örneklere göre hazırlanan yasaların değişikliklerle sistemsiz bir hale gelişi, değiştirilmese de trafikte olduğu gibi uygulamanın bambaşka oluşu, yaşayan hukuka uyarlı bir seviye bulmasından başkaca bir olgu değildir.
Bu bağlamda beliren üç fikir şöyledir:
Birincisi, insan kültürü ve toplumsal “adalet arayışı”, hem kökten/en temel ve hem de evrensel oluşu inancından kaynaklanmaktadır. Adaletsizliğe karşı refleks benzeri tepki öyle güçlüdür ki, tüm öteki düşünceler ikincil önemdedir. Bu gözlem adalet forumlarının her yerde olduğunu belgelemektedir: Adalet fikri her kültürde yer almakta ve genelde bilinç altı veya yarı bilinç sevilerinde işlev görmektedir.7
İkincisi, hukuk stillerinin değiştiğini; hatta aynı mekânda bile sosyal ve kültürel çevreye göre değişmekte olduğudur.
Üçüncüsü, hukuk gidişatının, büyük ölçüde hukuku kullanmak üzere kimin ne türden amaçlarla motive edildiğine dayalı oluşudur- Tüketici hukuk teorisi.
Bu konuda daha yararlı olabilecek bir ayrım da dahili-harici şeklinde olabilir (Savigny ve Lawrence M. Friedman). Dahili hukuk kültürü, hâkimler ve avukatlar, polis gibi hukuk aktörlerinin hukuka yaklaşımlarını tasvir ederken, harici hukuk kültürü genelde halkın hukuka olan tutum ve yaklaşımlarını tasvir etmektedir. Hukuk sosyologları harici hukuk kültürünü daha önemli görürken, öğretideki hukukçular dahili hukuk kültürü daha önemsemektedirler. Hukuk kültürü ekseriya hukuk sisteminin belli nitelikleri nedeni olarak görülmektedir. Örneğin İsveç hukuku Alman hukukundan daha az sistematiktir. Nedeni olarak Almanların düzene olan tercihleri ile belirdiği düşünülmektedir.
Çıkarım olarak, hukuk, kültürel güçleri yalnızca kontrol etmekle kalmayıp, onlarca da kontrol edilmektedir. Karşılıklı etkileşim söz konusudur.8
Yaşayan Hukuk
Hukukun gelişmesi, Durkheim ve Eeber’den beri sosyolojinin klasik araştırma konusudur. Yaşayan hukuk ile devlet hukuku arasındaki mesafe olduğunda, hukuk, legal sistemin varlığı doğrultusunda büyük veya küçük ölçekte meşruiyet sorunu yaratmaktadır (E. Ehrlich).
Peter Hȁberle, Avrupa’yı her şeyden önce bir hukuk kültür toplumu olarak görmekte ve altı ayrı ölçüt sıralamaktadır: Tarihçilik (historicism), hukuki muhakeme ve öğretinin bilimsel karakteri, yargı bağımsızlığı, devletin ideolojik ve dinsel tarafsızlığı, farklı ve birlik olarak hukuk kültürü.
Hamlet V.1: Avukatın kafatasındaki nedir? sorusu karşısında ilerde kafatasının elden ele dolaştığı bilseydi, avukat nasıl davranırdı? Kuşkusuz, hukukçunun kafası özel bir kültürün yansımasıdır. Yalnız bu kültür hukukçu olanlar (profesyonel kültür: hukukun kaynakları, yorum, normlar çatışmasında uygulanacak normun saptanması) ile olmayanlar bakımından farklıdır. Profesyonel kültür açısından Justice Frankfurter’ın genç hukukçuya yaptığı öneri, “çok okuyun” olmuştur.
Hukuk sosyolojisinin araştırma konusu özetle hukukun ve toplumsal yaşantının (kültürün) karşılıklı bağımlılığıdır:
– Hukuki itaat söz konusu olduğunda, hukuk ve kültür arasındaki ilişki nedir?10
– Hukuksal işlev ve içerik, ne ölçüde kültürle etkileşim içindedir?
– Toplumsal kültürümüzde hukuka saygı güçlü olsaydı, yargı bağımsız ve tarafsız olma güvenini verseydi…bugün daha gelişmiş bir toplum olamaz mıydık? 11
Bir hukuk sistemini geliştirmek düşünüldüğünde il akla gelen yabancı ülke modellerine bakmak kolaycılığı ise de alınan yasalar veya hukuki kurumların yeni bir bağlamda arzulanan etkiyi ekseriya göstermemektedir-tuba ağacı teorisi. Böylece, reform projelerinin yerel bağlama oldukça duyarlı olması konusunda artan bir eğilime tanık olunmaktadır. Bilim insanları ve uygulamacılarca mahalli bağlamın önemli yanı olarak görülen “hukuk kültürü”dür.
Yönetimlerin vasfı olarak düşünülen hukuk kültürüne adli reform programları adapte olmalıdır. Öteki zamanlarda, var olan hukuk kültürünün bizatihi kendisi de kısıtlayıcı olmak yerine reform konusu olabilir.
Yeniden hukuk kültürü nedir? Sorusuna dönüldüğünde, kültür ekseriya maymuncuk bir terim olarak, girift inançlar, semboller ve davranış modellerini içermektedir. Kamuoyu, din ve dil v.s. öğeler ölçmeye elvermektedir. Kişilerin düşünce, inanç ve varsayımları ne ölçüde sosyal çevresini ve sosyal çevrede ne ölçüde onların düşünce, inanç ve varsayımlarını etkilemektedir? İnsanlar yargıya güvenmedikleri için mi hukuk sistemi iyi çalışmıyor veya hukuk sistemi iyi çalışmadığı için mi kişiler yargıya güvenmiyor?12 “Son tahlilde hukuk, avukatların ne olduğudur. Ve hukuk ile avukatlar ise hukuk fakültelerinin onları yaptığı şeydir.” (Felix Frankfurter) söylevi halen geçerliliğini korumakta mıdır?
Hukuk kültürü yasama teorisi (legisprudence) kadar uygulama ile kristalize olmaktadır. Ne var ki, yolsuzluk olayları ve yargılaması olması gerekeni sergilememektedir. Lockeed skandalı-kamu ihalelerinde rüşvet dağıtıldığı için Almanya ve ABD ağır para cezasına çarptırılan Siemens şirketi (Mayıs 2013) Yunanistan’da bu şirketten rüşvet alan eski savunma bakanı 20 yıl hapis cezasına mahkûm olurken; Bakanın eşi ve kızı da 12’şer yıl hapis cezası aldı. Otuz yıl iktidarda olan partinin Japon Başbakanı Tanaka 4,5 yıla mahkûm olurken Türkiye’deki soruşturma ne sonuç verdi?13 Almanya’da faaliyet gösteren “Deniz Feneri e.V” derneğinin topladığı 41 milyon avroluk paranın bir kısmını amaç dışında kullanmasıyla ilgili Almanya’nın Frankfurt Eyalet Yüksek Mahkemesinde görülen davada tutuklu yargılanan dernek yöneticileri hapis cezası almış, derneğin mal varlığı ise kamuya devredilmiş iken Türkiye’de Deniz Feneri Derneği hakkında yürütülen soruşturmada Türkiye Deniz Feneri Derneği’nin tüm yöneticileri hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.
Hukuk Kültür İlişkisi
Hukukla kültür arasında bir ayna ilişkisi bağlamında şu olgulara tanık olunmaktadır:
– Toplumsal değer dağınıklığının hukuka yansıması;
– “Düzen hukukla gerçekleşir” bağlamında kültüre aykırı hukuk geliştirilmesi;
– Hukuk kurallarının kolaylıkla değiştirilmesi-torba yasalar;
– Hukuk ile kültürün ayrı telden çalması; ve
– Güven duygusundan yoksunluk.
İşte ortak değerler ve dayanışma temel parametresi olarak güven duygusu sosyolojisine bakıldığında görünen tablo iç açıcı değildir. Toplumda kimse kimseye güvenmiyor. Yanınızdan geçen biri size bir şey dediğinde güveniyor musun? sorusuna Türklerin %90’ı “Güvenmem” diye yanıt veriyor. İskandinavların %80’i “Güveniyorum” diyor. Hukukun Üstünlüğü Endeksi Raporu 2023 yılı sonuçlarına göre 0.41 puanı bulunan Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada bulunuyor (hukuk davalarında: 0,41 puan 119.sırada yer alırken, ceza davalarında 0,38 puan ile107. sırada yer almaktadır.)
Güven duygusunun altında yatan nedenlerden biri çocuk yetiştirilmesindeki tutumumuzdan kaynaklan- makta ve yöntem kandırmaya dayalı bulunmaktadır: “Yemezsen, ver o mamayı ben yiyeceğim”. Çocuk mamanın yenmediğini görüyor. Veya “Yemeğini ye, bak polis çağıracağım” diyoruz. Ama kimseyi çağırdığımız yok! Çocuk doğduğu andan itibaren etrafındakilere güvenme sorunu yaşamakta, onların yalan söylediği izlenimi beyindeki nöronlarda iz bırakmakta ve kodlanmaktadır.
Demokrasi, vatandaşların birbirine ya da “Ben iktidardan gidersem acaba ne olur diye endişe duyulmayan bir rejimdir.14 Güvenilmediği zaman, “Ötekiler iktidara gelirse bana bir zarar verir mi, işimden atar mı acaba” diye hissedildiğinde ya da “Ben iktidardan gidersem acaba karşıdakiler başıma neler getirir” diye düşünmeye başladığında demokratik rejim tekerine çomak sokmuş oluyorsunuz.
Demokrasi kavramının bir anlamı da verginin kimlerden alınıp nerelere dağıtılacağını içermektedir. Ne var ki, kurulu vergi sistemi adil ve etkin değildir. Adil vergi sisteminde herkesin gücü oranında vergi ödemesi gerektiği halde, %70’i dolaylı vergilerin yer aldığı bu sistemde vatandaşın gelir durumuna bakılmamaktadır. Bu durum ise ortalama bir vatandaşın vergi yoluyla yoksullaştırılması anlamına gelmektedir.
Demokratik akıl için en iyi denilebilecek bilimsel test ölçütü ayakkabı örneğinde olduğu gibi kişiye, kolektif yaşamda ise topluma özgüdür. İşte kişiyi rahatsız eden durumların kolektif değer ve inançları rahatsız edip etmediği söz konusu olabilmektedir. Max Weber’in belirttiği gibi, güç tehdidini içeren devlet ile halk arasındaki denge, meşruiyet, nirengi noktasına göre belirlenmektedir.
Hukuk kültürü, ekseriya hukukun genişletilmiş anlayışına işaret etmekte ve böylece “yaşayan hukuk” (living law-Eugen Ehrilch) veya “uygulamada hukuk” un(law in action-Roscoe Pound) sinonimi olarak kullanılmaktadır. Hukuk kültürü bazen de hukuk geleneği yerine kullanılmaktadır. Hukuk sosyologları ise hukuk kültürünü özellikle bir toplumun hukuka ilişkin sahip olduğu değerler, fikirler ve tutumlar olarak görmektedir.15 Hukuk kültürün bizatihi kendisi bir değer olarak görülüp, totaliter barbarlığının karşısına konulmakta (Peter Hȁberle) ve bu bağlamda kültür, hukukun üstünlüğünün sinonimi olarak kullanılmaktadır.
Devletin hukuk uygulamasının her durumda hukukun üstünlüğü ilkeleriyle örtüşmediği doğrudur. Fakat yine de hukukun üstünlüğü daima bir düzenleme işlevi görme idealini saklı tutar. Buna karşın günümüzde devletin merkeziliği zayıflamıştır; toplum yaşamının önemli alanları devlet tekeli altında değildir artık.
Hukukun üstünlüğü, modern devletin düzen sağlama idealidir. Dolayısıyla bu devlet biçiminde yaşanan kriz, geleneksel hukukun üstünlüğü formülünün tükenişini de gerektirecek gibi görünmektedir. Bu durum, insanların değil de hukukun yönettiği bir devlet idealinin de terk edilmesi anlamına mı geliyor?16
Pierre Bourdieu: Kültürel alan olarak Hukuk
Bourdieu’nın kültür sosyolojisi üç merkezli bir kavrama dayalıdır: Habitus, sermaye(capital) ve alan(space):
1. Habitus: Çok yönlü oryantasyon olarak motivasyon, geçmiş deneyim, bellek ve information’i içermektedir.
2. Kapital/sermaye: Ekonomik sermaye, kültürel sermaye(know-how ve yetenekler), sosyal sermaye(prestij, saygınlık, nam, şöhret bağlantılar ve grup üyelikleri), sembolik sermaye(önceki türden bir sermaye sahipliğinin sosyal bağlamda tanınması).
3. Alan: Bourdieu’ya göre, hukuki alanda çalışan avukatlar/ aktörler müşterek bir habitus’u paylaşmakta; ve onları avukat olmayanlardan ayırt eden hukuki habitus olmaktadır. Avukatlar, kararlarını, kuralları takip ederek değil, hukuki habitus önermelerini takip etmektedir.
Tarihsel ve Sosyolojik Bakış
Kültür ve hukuk arasındaki ilişki uzun zamandır varsayıldı. Baron de Montesquieu “Esprit des lois”(1748/268 yıl önce) adlı eserinde, pozitif hukukun ülkenin coğrafik özelliklerine ve halkın kültürel niteliklerine uyumlu olması gereğine işaret etti. XX. Yüzyılda Max Weber, rasyonalite fikrini batı hukukunun çekirdek bir ölçütü olarak mukayeseli kültürel hukuk sosyolojisini tesis etti. Bu ölçüt bugün de geniş bir kabule mahzar olmuştur. Yaygın bir anlayışa göre, hukuk kültürü, hukuku yaratmak ve hukuka anlam yüklemek için geri planını oluşturmaktadır. Kültür geleneksel olarak doğa karşıtı olarak tanımlandığından, doğal hukukun çöküşünden sonra tüm hukukun zorunlu olarak kültürel olması fikri kabul gördü. Aynı nedenle, hukuk kültürü hukuktan ayrılmaz oldu.
Bu konuda daha yararlı olabilecek bir ayrım dahili-harici şeklinde olabilir (Savigny ve Lawrence M. Friedman). Dahili hukuk kültürü, hâkimler ve avukatlar gibi hukuk aktörlerinin hukuka yaklaşımlarını tasvir ederken, harici hukuk kültürü genelde halkın hukuka olan tutum ve yaklaşımlarını tasvir etmektedir. Hukuk sosyologları harici hukuk kültürünü daha önemli görürken, öğretideki hukukçular dahili hukuk kültürü daha önemsemektedirler. Hukuk kültürü ekseriya hukuk sisteminin belli nitelikleri nedeni olarak görülmektedir. Örneğin İsveç hukuku Alman hukukundan daha az sistematiktir. Nedeni olarak Almanların düzene olan tercihleri ile belirdiği düşünülmektedir.
İngiliz anayasa hukuku iş adamlarına öncelik verirken, Fransız hukuku tüketicilere öncelik vermesi bu ülkelerin serbest Pazar anlayışına farklı tutumlarından ileri gelmektedir. ABD’de usul hukuku, davacılara Avrupa hukukundan daha dostane olması hukukun toplumdaki rolü konusunda farklı anlayış sahibi olmaları neden olarak düşünülmektedir.
Peter Hȁberle, Avrupa’yı her şeyden önce bir hukuk kültür toplumu olarak görmekte ve altı ayrı ölçüt sıralamaktadır: Tarihçilik (historicism), hukuki muhakeme ve öğretinin bilimsel karakteri, yargı bağımsızlığı, devletin ideolojik ve dinsel tarafsızlığı, farklı ve birlik olarak hukuk kültürü. XXI. asır globalleşmenin hukuk kültürüne etkisine tanık oldu. Ticaret alanında standart ilke ve kurallara tanık olundu.
Çok uluslu şirketler bakımından standartlar egemen oldu. Ne var ki, toplumsal değerler farklılığı nedeniyle uygulamada önemli farklılıklara da tanık olundu.
Hamlet V.1: Avukatın kafatasındaki nedir?/ What’s in the lawyer’s scull? İlerde kafatasının elden ele dolaştığı bilseydi, avukat nasıl davranırdı? Kuşkusuz, hukukçunun kafası özel bir kültürün yansımasıdır.
Yalnız bu kültür, hukukçu olanlara özgü (profesyonel kültür: Hukukun kaynakları, yorum, normlar çatışmasında uygulanacak normun saptanması) olanlar ile olmayanlar bakımından farklıdır. Profesyonel kültür açısından Justice Frankfurter’ın genç hukukçuya yaptığı öneri, “çok okuyun” olmuştur.
Stanley E. Fish’e göre hukukta davranış, bir uygulama bağlamında görülmektedir. S. Fish, yalnız bir kurallar kodu yaratarak uygulamayı düzenlemenin imkânsız olduğunu ve insanlara kurallar muhtevasını öğreterek uygulamada nasıl hareket edeceklerini öğretmenin de imkânsız olduğunu ileri sürmektedir. Hukuk bir kavramdır. Hukuk genel teorileri, bizlerin kendi uygularımız hakkındaki genel yorumlardır. Sorun hukuk, adalet doğrultusunda normatif olarak/uygulama olarak nasıl gelişebilir? Kavram ve terimlerin içi nasıl doldurulabilir; yapılandırılabilir?
Kültür-Ceza Hukuku
Sanıklar zaman zaman kültürel gerekçe ve saiklere başvurmaktadırlar:
1. Kültürün cezai olmayan bir saik sağlaması (kültürel bir neden),
2. Kültürel bazlı bir toleransın varlığı (kültürel tolerans),
3. Durumlara özgü suçlu davranışa elveren kültürel gereklilikler (kültürel gereklilik).
Bu hallerde, sanığın eylemleri için cezai olmayan bir açıklama sağlanması veya kültürel taleplerin dayanılmaz ağırlığı içinde sanıkların olağanüstü stres altında legal yollara başvurmaktan kendilerini alıkoymaları olgusuna tanık olunmaktadır.
Fiili/gelenek hukukumuz da var. Cezaevlerinde de yürürlükte olan bu hukuk, ırza geçme suçundan tutuklanan beş zanlının şişlenmesine yol açtı. Bu suçta bir “adalet” bulunması, sokakta oluşan bu hukukun toplum tarafından da meşru kabul edilmeye başlandığını gösteriyor. Olayın ilginç yanı arkadaşı İ.A. ile birlikte şişleyerek öldürenlerden S.E.’ninde sapık olduğu ortaya çıktı. İlk duruşmalarında, fiili hukukun mantığını şöyle dile getirmişlerdir: “Adalet bunlara gerekli cezayı vermiyor. Bu toplumsal sorunu biz hallettik. Temiz bir iş oldu’’.
Sonuç
Olması gereken hukuk sistemlerinin köklerini toplumun dokusunda bulmasıdır. Bunlar soyutlanmış varlıklar olmayıp, kültürel, tarihi ve sosyal bağlamların ürünleridir. Toplumsal varlıklar, insan davranışını yönlendiren ilkeleri şekillendiren yasal çerçevelerin temelini oluşturur. Toplumsal yapıların ayrılmaz bileşenleri olarak hukuk sistemleri, bir topluluğun temel değerlerini ve inançlarını yansıtan ahlak anlayışından da ilham almaktadır. Kültürel değerler yasaların oluşturulmasını etkiler ve onlara o toplumdaki bireylerin davranışlarına rehberlik eden ahlaki ve etik ilkeleri damgalamaktadır. Hukuk sistemlerinin tarihsel gelişimini inceleyerek toplumsal normların yasaların formülasyonunu ve gelişimini nasıl etkilediğine dair içgörü elde edilebilir.
Hukuk bir dizi kural ve düzenleme olmakla birlikte aynı zamanda bir toplumun değerlerini, inançlarını ve kültürel uygulamalarını da yansıtmaktadır. Kültür de sırasıyla kanunların oluşturulma, uygulanma ve yorumlanma şeklini etkiler.
Kurallara uymaya yönelik kişisel motivasyonlar farklılık gösterse de eğitim, aile ve sosyal açıdan olduğu kadar kültüre de bağlıdır. İçten gelen duygular ve dini motivasyonlar, kültürel (geleneksel) kurallara uymakla yasal olanlardan daha güçlü bir korelasyona sahiptir. Ancak Batı toplumlarının bakış açısından otomatik olarak benimsenen bu varsayımın, siyasi gücün dini güçle birleştiği sistemlerde daha az geçerli olduğu ortaya çıktığına tanık olunmaktadır.
Hukuk etkisini zayıfların değil, güçlülerin üzerinde gösterince adalet imkânı vardır.
Hukuk niteliği/niceliği toplumdan topluma değiştiği gibi zamanla aynı toplumda da değişime tanık olunmaktadır. Donald J. Black, hukuku, bir sosyal kontrol mekanizması olarak görmektedir. Bu doğrultuda, şu dört tür sosyal kontrol stili hukukta temsil edilmektedir:
1. Cezai-kara para aklayıcısına hükmedilen hürriyeti bağlayıcı ceza;
2. Tazmini-sözleşmenin yerine getirilmemesi sonucu hükmedilen tazminat;
3. Terapötük- akıl hastası suçlunun psikiyatrik tedavisi;
4. Uzlaştırıcı-kimin haklı kimin haksız olduğu irdelenmeksizin sosyal ihtilafın tatlıya bağlanması, örneğin aile içi anlaşmazlıklarda bir yanın sapkın davranışına odaklanılmasıdır.
O’na göre, hukuk stili yönü ile değişmektedir. Sosyal sınıflara ilişkin olarak, hukuk yönü aşağı doğru olduğunda cezai stile; yukarı olduğunda tazmini veya terapötik stile, aynı sınıftaki insanlar arasında ise uzlaşmacı bir stile sahiptir. Morfolojiye ilişkin olarak, yabancılar arasındaki hukuk itham edici, birbirlerine yakın olan kişiler arasında terapötik veya uzlaşmacıdır. Az organize olmuş halk, ceza hukukuna fazlaca bel bağlarken, fazlaca organize olmuş halk ise tazminat hukukuna dayalıdır-Durkheim’cı yaklaşım. Bu stildeki değişimler, örneğin mağdurun toplumdaki konumu suçlununkinden daha yüksek olduğunda suçlunun büyük olasılıkla niçin cezalandırılabileceğini ve fakat konumları ters olduğunda tazminata başvurulacağını, kolluk güçlerinin alt-kültür üyelerine neden diğerlerinden fazla duyarlı olduğunu ve örgütlerce bireylere karşı yapılan illegal uygulamaların genelde cezadan neden kurtulduklarını açıklamaktadır.
Sonuçta hukuk tamamen kültürel bir yapıt/ürün olup, neye hukuk etiketini koyarsak o olmaktadır. Bu terim, geleneksel olarak çok yönlü ve çok işlevli çeşitli olgulara verilmektedir: Doğal hukuk, uluslararası hukuk, ilkel hukuk, islâm hukuku, örf ve adet hukuku, kamu hukuku ve diğerleri. Hukuk etiketi takılan çeşitli olgularca paylaşılan bir nitelik ise, tümünün meşru bir otoriteye dayalı olmasıdır-Austin’in emir teorisi.
Sonuç olarak, hukuk kültürü, hukukun toplum üzerindeki etkisinin açıklanması ve tahmin edilmesi örneğin yasalara ne ölçüde uyulduğu ve ilamların infaz edilmesinde oldukça önemlidir. Yasal reformların başarılı olup olmayacağı da belli ölçüde ülkedeki hukuk kültürüne dayalı bulunmaktadır. Bu durum özellikle farklı hukuk kültürlerine sahip hukuk sistemleri arasında (→ Hukukun kabulü) yasa nakilleri için geçerli bulunmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerine Türk Medeni Kanunu, İcra İflas Kanunu, Ceza Kanunu ile Ceza Usul Kanunu nakillerinde tanık olunmuştur.
Bu bağlamda hâkim, sosyal realiteye sırt çevrilmemelidir. Usul yasaları da hâkime bu imkânı vermelidir. İsviçre hâkimi, her İsviçrelinin okur yazar olduğunu ve kendini koruyabileceğini kolayca kabul edebilirken Türk hâkimi yurttaşlarının bir kısmının henüz bu düzeye erişmediğini ve bu bakımdan haklarının kolayca kötüye kullanılabileceğini göz önünde tutmalıdır. Ne var ki, hukuk davalarında hâkime ceza/tapulama davalarında olduğu gibi resen kanıt toplama yetkisi verilmesi gerekirken, hâkimin hakem durumuna indirgenmesi onları pasif yapmaktadır. Öte yandan, ceza kanunu, öteki kanunlara oranla çabuk ihtiyarladığından, ceza davaları açısından da sosyal realiteye yer verilmelidir. Nitekim, bu yaklaşıma Yargıtay kararlarında tanık olunmaktadır: Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 8/03/2000 gün ve 2000/4202 sayılı kararında; suç tarihinde sanığın bulunduğu yörede terör koşullarının yaşandığı, bireylerin teröristlere karşı kendilerini savunma yöntemleri oluşturdukları ve sanığın bu amaçla kendini savunmak için kolluğun bilgisi dahilinde silah temin etmesi göz önüne alınarak 6136 sayılı yasaya özgü suç kastının olamayacağı saptanmıştır. Keza, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 15/11/1974 gün ve 9950/8418 sayılı kararında; “ülke koşulları ve yaşam gerçekleri”ne değinmek suretiyle, hâkimin verdiği kesin mehil bakımından avukat ile sade vatandaş arasında bir fark gözetilmiştir: Davaların bizzat taraflarca takip edildiği hallerde hâkim HUMK.’nun 163. maddenin anlamını, süre verdiği kimseye anlatmak ve açıklamak zorunluluğundadır. Hâkimin bu şekilde uyarmada bulunduğunu, duruşma tutanağına yazması ve hatta ilgilisinin imzasını almak suretiyle bu yönü belgelemesi gereklidir. İsviçre hâkimi kendi Medeni Kanunu’nda yasalaştırılan hukukun İsviçre milletinin geleneksel ürünü olduğunu, her İsviçrelinin bu hukuku duyduğu, düşündüğü ve tanıdığını kabul edebilir. Türk hâkimi ise, kanunun aslında yabancı bir ülkenin malı olduğunu ve Türk halkının ve özellikle köylüsünün bilincine yer etmediğini unutmamalıdır.17
Hukukun nihai varlık nedeni toplum refahı, yoksa hukukun bizatihi kendisi değildir.
Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel
——————–
* “In the last analysis, the law is what the lawyers are. And the law and the lawyers are what the law schools make them”
Felix Frankfurter- ABD Yüksek Mahkemesinde Yardımcı Hâkim (1939-1962).
1 Freud’e göre, “kültürün ilk gereksinmesi adalettir-bir yasa yapıldığında bu yasanın kimsenin yararına ihlal edilemeyeceği güvencesidir.”S.Freud.Civilization and Its Discontents Doubleday Anchor Book, New York, p.40. Tabellini, Guido, Culture and Institutions: economic development in the regions of Europe, (Kültür ve Kurumlar: Avrupa’nın Bölgelerinin Ekonomik Gelişmesi) IGIER, Bocconi University; CEPR; CES-Ifo; CIFAR, 2005-2008. Tabellini, kültürün tarifini, uzun zaman içinde sabit kalan, yavaş değişen unsurlar olarak çerçevelemekte; bir insan ömrünce değişmeyen, daha önceki nesillerin birikimi olan bir olgu olarak betimlemektedir.
2 Siyasi, ekonomik ve sosyal etkileşimleri yapılandıran, insanların tasarladığı kısıtlamalar. Hem resmi olmayan kısıtlamalardan (yaptırımlar, tabular, gelenekler, gelenekler ve davranış kuralları) hem de resmi kurallardan (anayasalar, yasalar, mülkiyet hakları) oluşurlar.
3
Stil | Alan | Odak |
Cezai | Ceza hukuku | Davranış |
Tazmini | Borçlar hukuku | Sonuçlar |
Terapötik | Çocuk yargılaması | Kişi |
Arabuluculuk | Aile, iş, ticari ihtilaflar | İlişki |
4 Bkz. B.Güvenç. Kültürün abc’si Cogito, YKY, İst.,1997. İ. H. Dönmez. Bu da mı Gol Değil Hâkim Bey? – Türkiye’de Hukuk Kültürü, Elips, 2013. Toplumsal bir hukuk kültürünün oluşturulması için “Koruyucu Hukuk Projesi” ile temel hukuk bilgilerinin küçük yaşlardan itibaren okullarda öğretilmesi için “Hukuk ve Adalet”in seçimlik ders olarak 2013-2014 eğitim ve öğretim yılından itibaren programa alınması önemli bir gelişmedir. Bkz. Adalet Bakanlığı Stratejik Plan 2019-2023.
5 Demokrasi kültürünün ülkemizde yer etmediği olgusuna Türkiye genelinde farklı seviyelerdeki (oda, parti genel kurulları/başkan) seçim olgusuna bakıldığında görmek mümkün- dür. Bu seçim sonuçları kriminolojik olaylara da neden olmaktadır. Örnek için bkz. Ziraat odası seçimlerinde başlayan husumette kan dökülmesine neden olunması: “Meydan Savaşında kan gövdeyi götürdü” Milliyet-Ege(24/08/2012, s.3. Rummel’e göre, demokrasiler ve kolektif şiddet arasında düşük olmakla beraber tutarlı ve önemli derece olumsuz bir korelasyon mevcut ve istikrarlı demokrasiye sahip iki ülke arasında da hiç harp olmaz. Bu ilişki, O’na göre, sadece korelasyon ilişkisi olmayıp nedenseldir; ve demokrasiler sosyal bir alan, karşılıklı etkiler ve siyasi sorumluluk geliştirmektedir. Aynı zamanda, çoğulculuk, farklılık ve sulhta menfaati olan gruplara da vücut vermektedir. Aynı argüman dahili siyasal şiddeti de sınırlamak için de geçerlidir. R.J.Rummel(1988). Political systems, violence and war www.shadeslanding.com Demokrasi sorununu inceleyen sosyolog Touraine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsüne, “ötekileştirmeyen bir toplum” ilkesini de ekledi.
6 Jan Christoph Suntrup: Conceptualizing legal culture (the normatif complex) YouTube; ayrıca bkz. M.T. Yücel. “Yasama Teorisi Arayışı”, Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023. Ayrıca bkz. Handbook on Legal Cultures (Hukuk Kültürleri El Kitabı) Springer, 2023: Seçilmiş hukuk kültürleri üzerine sistematik olarak organize edilmiş genel bir bakış sağlamakta ve hukuk kültürlerinin karşılaştırılmasına el vermektedir.
7 N. Doğru “Bir ülkede adaletin gücü yoksa, gücün adaleti devreye girer.” Sözcü (19/12/2022): Gücü ele geçirenler genellikle güç zehirlenmesine maruz kalırlar. Zayıfken kendilerine hak gördükleri şeyleri güçlendikten sonra zayıflardan esirgerler. Adaletin olmadığı ortamlarda heykelin gözü açık, terazinin kefesi yamuktur. Hükmü verecek olan hâkim, vicdanının sesini dinlemek yerine güçlünün gözlerine ve vereceği işarete bakar. Ayrıca bkz. Ç. Toker “Anayasa seferberliği” T 24 (5/01/2024)
8 Adli süreçte hâkimler ve avukatlar, birleşik kaplar sistemine benzer bir konumdadırlar. Her iki grup için kültür ve iyi niyet derecesi eş değerde olduğunda, aynı oranda yükselir veya düşerler. Yinelersek, iyi hâkimler, iyi avukatların yetişmesini sağlayabileceği gibi tersi oluşumda ayni derecede geçerlidir. Avukatları sevmeyen, saymayan hâkimler kendilerini de sevmiyor, saymıyorlardır. Ayni şekilde kürsünün onuruna saygıda kusur eden avukatlar da Baronun onurunu rencide etmektedirler. Bkz. M.T. Yücel. Hukuk Sosyolojisi, 6.bası, 2024.
10 Menachem Mautner. “Three Approaches to Law and Culture” Cornell Law Review Vol.96, ss.839-867 (2011).
11 M. Önal. “Yargı krizlerinin sonuçlarını siyasi kültürler belirler” T 24 (12/11/2023).
12 Ayrıca bkz. E. Kaya. Hukuk Zihniyeti, Siyasal Kitabevi, 2018.
13 “En zengin general yolsuzluk iddiaları için hâkim karşısına çıkarılamadı” T24 (9/07/2015).
14 M.T. Yücel. “Yargı Reformu ve Demokrasi- Sosyolojik Yaklaşım” Hukuki Haber; Taha Akyol. Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca: Otoriter Demokrasi 1946-1960, Doğan Kitap, 2021. ACM başkanı sanıklara, “Karakoldan insanların neden korktuğunu sizi görünce anlıyoruz. Paldır küldür adamın tepesine biniyorsunuz. Yapma o zaman bu mesleği. Devlet maaş veriyor size. Yap vur kır diye vermiyor. Ben burada katile katil diyemiyorum. Sizin yaptığınıza bak” diye konuştu: “İşkenceye ‘fırça’ var; ceza yok” Vatan, 26/09/2014, s.16.
15 Hukuk sosyolojisinin ülkedeki etkisi oldukça marjinal kalmıştır. Bu alandaki aktif akademisyenlerin sayısı hukukun diğer alanlara göre minimal düzeyde kalmıştır. Kapıları kapalı bir şatonun kapısında bekleyen sosyologlara karşı şato içinde güçlü avukatlar grubunun yer almasına tanık olunmaktadır. Nitekim Ankara Barosunun 11-14 Ocak 2024 tarihinde yer alan Hukuk Kurultayı’nda bir sosyoloğun varlığına tanık olunmadı. Şatonun kapısı ne zaman açılacak?
16 Bkz. F. Viola. Hukuki Çoğulculuk ve Hukukun Üstünlüğü (Çev. S. Gürler) Prof. Dr. Adnan Güriz’e Armağan Ank., 2016, ss.699- 726.
17 Nitekim 1030 maddeli yeni Türk Medeni Kanunu’nun 510 maddesinin gerekçesinde İsviçre Medeni Kanunu’na yollama yapılmaktadır. Ayrıca bkz. R. Serozan. “Medeni Kanun’u Tümüyle Yenilemek Yerinde midir?” Yasa Hukuk Dergisi Cilt.18, Sayı 214 Yıl.22 (Eylül 99/9) ss.1084-1088: “Yasanın tümüyle kaldırılmasını öngören son tasarının ana ve genel gerekçesine bakıldığında, inandırıcı bir kanıta rastlanmaz. Münferit maddelerin özel gerekçelerinde de eski tasarılara ve Türk Medeni Kanununun aslını oluşturan İsviçre Medeni Kanununda evvelce yapılmış münferit değişikliklere göndermede bulunulmakla yetinilmektedir. Bu göndermeleri Medeni Kanun’u toptan ilga etmeye yetebilecek kanıtlar oluşturamayacağı açıktır.” Fransız Medeni Kanun’u da çoğunlukla mevcut kuralların yasallaştırılması sonucudur. Ayrıca bkz. Ditlev Tamm:Telling Legal Cultures (The Nomative Complex) https://www.youtube.com/watch?v=JbWAxOLmtMc. Joachim Savelsberg (Minnesota/Bonn): Legal culture as memorial normativity? https://www.youtube.com/watch?v=FZ0Fkf6blM4 Pamela Feldman-Savelsberg (Minnesota/Bonn): Legal cultures and global mobility https://www.youtube.com/watch?v=eTXkjXkGcasTemel norm( Kelsen) ile Birinci ve İkincil Normlar(Hart) için bkz. M.T.Yücel. Hukuk Felsefesi, 6.bası 2024. A.Heper. “Triyaj, Olağanüstü Hallerde Müdahale Önceliği, Kim Ölecek? Kim Kalacak?” 7-9 Eylül 2022 HFSA Sempozyumu. M.T.Yücel. Yargı Reformu ve Demokrasi-Sosyolojik Yaklaşım, Hukuki Haber. Ayrıca bkz. Hukukun Üstünlüğü Endeksi, 2023.
/category/haberler/ , /haberler/