İdarenin Hukuki Sorumluluğu
İdare, üstlendiği görev nedeniyle idari işlem ve eylemleriyle toplum yaşamının bütününde kamu hizmeti faaliyetlerini yürütmekle yükümlüdür. İdare, yasalarla kendi yetki ve sorumluluğuna bırakılan kamu hizmetini yasal yetkileri içinde ve gereği gibi yürütmek amacıyla önceden gerekli teşkilatı kurmak ve bu teşkilatın ve hizmetin gerektirdiği araç, gereç ve personeli her an hizmete hazır tutmak ve hizmetin iyi bir şekilde yürütülmesi için gerekli tüm özeni göstermekle yükümlüdür. İdarenin, yürüttüğü faaliyetlerin çeşitli olması ve teknik nitelik taşıması nedeniyle hizmet ve faaliyet alanları ayrı ayrı yasal düzenlemelere konu olmaktadır.
Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik, laik ve sosyal bir Hukuk Devleti olduğu, 125. maddesinin 1. fıkrasında; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, son fıkrasında ise; idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu açıkça hükme bağlanmıştır.
Anayasanın 2. maddesinde anlamını bulan Hukuk Devleti ilkesinin vazgeçilmez ölçülerinden biri, idarenin yargısal denetimidir. Yine, Hukuk Devleti ilkesi gereği, idarenin her türlü işlem ve eylemleri hukuka uygun olmak zorundadır. Eğer idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı maddi veya manevi bir zarar doğmuşsa idare bu zararı yukarıda belirtilen Anayasal ve yasal hükümler ile öğretideki yaklaşım ve yargısal içtihatlarla belirlenmiş ilkeler gereği ödemekle yükümlüdür.
Kamu hizmetlerini yürütmekle görevli olan idare, bu görevi yerine getirebilmek için birtakım yetkilerle donatılmış olup kamu hizmetine yönelik faaliyetlerini idari işlemler ve eylemlerle yerine getirmektedir.
İdarenin Hukuki Sorumluluğunun İçeriği ve Belirlenme Şekli
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesini sağlayan bir hukuksal kurumdur.
İdarenin hukuki sorumluluğu, özel hukuktaki gibi ayrı bir yasal düzenlemeye konu edilmemiş, içtihatlarla belirlenmiştir. Şöyle ki, Danıştay, idari işlem ve eylemlerden doğan zararların karşılanması amacıyla açılan tazminat davalarında, idari işlem ve eylemin niteliğini, idare işlevinin yerine getirilmesi sırasında icra (veya tesis) edilip edilmediğini ayrı ayrı her olayda değerlendirmektedir.
Danıştay 15. Dairesinin 18.02.2014 tarih ve K:2014/835 sayılı kararında; “…İdarenin hukuki sorumluluğu, kişilere lütuf ve atıfet duygularıyla belli miktarda para ödenmesini öngören bir prensip olmayıp; demokratik toplum düzeninde biçimlenen idare-birey ilişkisinin doğurduğu hukuki bir sonuçtur. İdari yargı da bu anlayış doğrultusunda, idare hukukunun ilke ve kurallarını uygulamak suretiyle, idarenin hukuki sorumluluk alanını ve sebeplerini içtihadıyla saptamak zorundadır…” şeklinde ifade edilmiştir.
Danıştay 6. Dairesinin 05.4.2021 tarih ve K:2021/4975 sayılı kararında; “… idarenin sorumluluğu Anayasal bir prensibe dayandığı görülmektedir. Ancak, Anayasada idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği belirtilmemiş, bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına bırakılmış olup olayın özelliğine göre idarenin sorumluluğu, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkelerine göre değerlendirilmektedir…” şeklindedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir. (Danıştay 15. Dairesinin 08.5.2014 tarih ve K:2014/3530 sayılı kararı, 17.02.2020 tarih ve K:2020/543 sayılı kararı)
Danıştay 8. Dairesi, 26.5.2021 tarih ve K:2021/2709 sayılı kararı; “… Diğer taraftan, kamu idarelerinin kusurlu sorumluluklarına dayanılan tam yargı davalarında, hiç kimsenin bir başkasının kusurundan kaynaklanan zararı tazmin etmek zorunda bırakılamayacağı ilkesinden hareketle, idarelerin ancak kendi kusurlarından kaynaklanan zararları tazmin etmeye mahkum edilebilecekleri açık olup, zarar görenin ya da üçüncü kişinin de belli bir oranda kusurlu olması halinde davalı idare aleyhine hükmedilecek tazminat miktarı belirlenirken bu hususun göz önünde bulundurulması gerekmektedir….” şeklindedir.
İdarenin Sorumluluk Sebepleri
Bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilmiş olan idarenin sorumluluk sebepleri; yargı kararlarında hizmet kusuru, kusursuz sorumluluk ve sosyal risk olarak sıralanmaktadır.
Bu çalışmanın konusu ise hizmet kusuru ile sınırlı olup diğer idari sorumluluk sebepleri inceleme dışında tutulmuştur.
İdarenin Hizmet Kusuru Sorumluluğu
Kamu hizmeti, kamu görevlileri ve kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilebilir ve bunun sonucu olarak kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirilişi sırasında kişilerin zarar görmesi durumunda meydana gelecek kusur, kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur.
Danıştay 16. Dairesi, 09.12.2021 tarih ve K:2021/13581sayılı kararında; “…kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmeye olanak yoktur. Kamu hizmetinden ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur.” denmiştir.
Danıştay 10. Dairesinin 26.4.2022 tarih ve K:2022/2426 sayılı kararında; Hizmet kusuru; “… İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır…” şeklinde belirtilmiştir.
Yine benzer bir kararda Danıştay 6. Dairesinin 12.10.2020 tarih ve K:2020/9124 sayılı kararında; “…İdare Hukukunun genel kabul gören temel ilkeleri uyarınca idarenin hizmet kusuruna dayalı mali sorumluluğundan söz edilebilmesi için; öncelikle bir zararın varlığı, bu zararın idarenin hizmet kusurundan kaynaklanması, ayrıca idarenin kusurlu eylem ve/veya işlemi ile ortaya çıkan zarar arasında uygun illiyet bağı bulunması koşullarının bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. Sayılan bu üç koşuldan birinin dahi eksik olması halinde idarenin mali sorumluluğundan söz edilmesi mümkün olmayacaktır…” şeklinde belirtilmiştir.
Tam Yargı Davaları
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde; idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı hakları muhtel olan kişiler tarafından tam yargı davası açılabileceği düzenlenmiştir.
İdarenin hukuki sorumluluğunun bir sonucu olan tam yargı davalarındaki amaç, idarenin bir eylemi ya da işlemi nedeni ile uğranılan maddi veya manevi zararın giderilmesidir.
Maddi Zarar
Danıştay 10. Dairesi’nin 15.9.2021 tarih ve 2021/4096 sayılı kararında; Maddi zarar, “… İdare hukuku ilkelerine göre maddi zarar; idari işlem veya eylem nedeniyle kişinin malvarlığında meydana gelen azalma nedeniyle uğranılan zarar ile elde edilmesi kesin olan gelirden yoksun kalma sonucu uğranılan zarar olup; bedensel nitelikteki maddi zarar ise, kişinin sağlığına kavuşmak için yaptığı tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalması ya da yok olması nedeniyle elde edeceği gelirde meydana gelen azalmayı ifade etmektedir…” şeklinde ifade edilmiştir.
Manevi Zarar
Manevi zarar; kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, ölüm veya uğranılan diğer cismani zarar nedeniyle duyulan acı ve ızdırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran belli ağırlıktaki her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmektedir.
Danıştay 15. Dairesi, 05.3.2014 tarih ve K:2014/1441 sayılı kararında;“…Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir oranda olması gerekmektedir.
Dava konusu olayda, idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa giderecek, idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Bir başka anlatımla, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği dikkate alınarak yukarıda belirtilen ölçütlere göre hükmedilecek manevi tazminat tutarı yeniden belirlenmelidir.
Bu durumda, İdare Mahkemesi kararının, hükmedilen manevi tazminat miktarına ilişkin kısmında hukuka uygunluk bulunmamıştır…” gerekçesiyle Mahkeme kararının bu kısmını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 16.4.2002 tarih ve E:2001/1396, K:2002/2298 sayılı kararında; “… Uyuşmazlık konusu olayda, davacı bağımsız bölüm, maliki olduğu binaya komşu parsel üzerine inşa edilen yapı nedeniyle huzurunun bozulduğunu, idarenin yargı kararını gereğini yerine getirmemesi nedeniyle 25 yıldır oturduğu daireyi terk ederek başka bir yere taşınmak zorunda kaldığını, yıllardır sürdürdüğü hukuk mücadelesi de dikkate alındığında çektiği acı ve sıkıntının kısmen de olsa karşılanması gerektiğini iddia etmektedir. Bu nedenle dava konusu olayda manevi tazminatın koşulları bulunduğundan, davacının duyduğu elem ve sıkıntıların yargı kararının gereğinin yerine getirilmemiş olması nedeniyle halen devam ettiğinin de dikkate alınması suretiyle uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
Uygun İlliyet Bağı
Bir olayda idarenin kusurlu sorumluluğundan söz edilebilmesi için öncelikle ortada hizmet kusuru teşkil eden bir durumun varlığı gerekmektedir. Ancak, hizmet kusurunun bulunması yeterli olmayıp genel sorumluluk koşullarının da somut olayda gerçekleşmiş olması aranmaktadır. Bu koşullar ise, idarî bir işlem ya da idareden ortaya çıkan ihmali veya icrai bir eylemin varlığı, tazmin isteminde bulunanın maddî veya manevî bir zararının bulunması ve söz konusu zararın idarenin işlem veya eyleminin bir sonucu olması, yani zarar ile idarî davranış arasında kurulabilen bir illiyet bağının mevcudiyetidir.
Danıştay 8. Dairesi, 09.02.2021 tarih ve K:2021/699 sayılı kararında; “… çay bahçesinin üzerine devrilen ağacın bakım ve budaması yapılmış olsaydı bile yine de devrilebileceği, devrilmeyi önlemek için alınacak herhangi bir tedbirin olmadığı, zararın ortaya çıkmasını engellemenin en uygun yolunun insanların ağaca yakın mesafede bulunmalarını engellemek olduğu; ancak olayda, Kıyı Kanunu ve ilgili mevzuatına aykırı olarak, yapı yapılmaması gereken yere yapılan sundurma nedeniyle çay bahçesine gelen müşterilerin ağaca yakın mesafede oturdukları anlaşıldığından, her türlü tedbir alınsaydı dahi ölüm olayının meydana geleceği sonucuna varılmasının mümkün olmadığı, davalı idarenin imar hizmetleri açısından yükümlülüklerini tam ve gereği gibi yerine getirmediği ve zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Öte yandan, sundurmayı yapan üçüncü şahısların zararın oluşumunda kusurlu olması davalı idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmamakla birlikte, çay bahçesi işletmecilerinin ve davalı idarenin olaydaki kusurunun paylaştırılarak bir karar verilmesi gerekmektedir …” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Hizmet kusurunun varlığı aranırken dikkat edilmesi gereken bir unsur da zarar görenin kusurlu tutum ve davranışlarının olaya etki derecesidir. Zarar gören kişi hizmetle zarar arasındaki nedensellik bağını ortadan kaldıracak derecede zararın doğumuna etkili olmuş ise kuşkusuz, hizmet kusurundan, daha doğrusu idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyecektir. Ancak, zarar görenin eylemi zararın oluşmasına bir dereceye kadar etkili olduğunda sonuç değişmektedir. Bu halde, koşulları varsa yine hizmet kusuru kanaatine varılabilmekte, ancak birlikte kusur (müterafik kusur) nedeniyle tazminat miktarından düşülmektedir.
Ağır Hizmet Kusuru Varlığı Şartı
Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesinde risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde, bu zararının tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilecektir.
Danıştay 15. Dairesi, 04.02.2016 tarih ve K:2016/586 sayılı kararında; “… Bu durumda, davacının sol ayağında meydana gelen güçsüzlüğün enjeksiyon sonucunda meydana geldiği görülmekte ise de, idarenin maddi-manevi tazmin sorumluluğundan bahsedebilmek için hizmet kusurunun varlığının tespit edilmesi gerektiği, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda da olayda enjeksiyonun yanlış yere veya hatalı uygulandığı yolunda bir tespit yapılmadığı görüldüğünden, olayda davalı idarenin tazmin sorumluluğunun bulunmadığı açık olup, idare mahkemesi kararının manevi tazminat talebinin kabulüne ilişkin kısmında hukuki isabet bulunmamaktadır…” Mahkeme kararının manevi tazminat talebinin kabulüne ilişkin kısmını bozmuştur.
Danıştay 10. Dairesi, 30.9.2021 tarih ve K:2021/4427 sayılı kararında; “… Uyuşmazlıkta, hizmet kusuru bulunup bulunmadığı hususuna yönelik olarak Adli Tıp 2. İhtisas Kurulunca hazırlanan rapor ve dosyadaki bilgi-belgelerin birlikte değerlendirilmesinden; davacıya uygulanan stent çıkarma işleminin endikasyon ve tekniğinin tıp kurallarına uygun olduğu, daha sonra saptanan bölgesel enfeksiyonun, işlemin bir komplikasyonu olarak meydana geldiği, dava konusu olayda davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.”
Diğer taraftan, idarenin tazmin sorumluluğunun doğması için aranılan “ağır hizmet kusuru”; riskli tıbbi müdahaleler ve operasyonlar bakımından geçerli olup; sağlık hizmeti içinde değerlendirilmekle beraber, tıbbi operasyon kapsamına dahil edilemeyecek birtakım bakım, gözetim ve yan müdahalelerin hiç veya gereği gibi yapılmaması dolayısıyla oluşan zararlarda, idarenin sorumluluğundan söz edebilmek için ağır hizmet kusurunun aranmasına gerek bulunmamaktadır.
Danıştay 10. Dairesi, 24.9.2007 tarih ve K:2007/4316 sayılı kararında; “…Dava konusu olayda, yoğun bakım ünitesinde tedavi görmekte olan davacıların yakınının sık sık kendisini solunum cihazına bağlayan maskeyi çıkarmaya çalıştığı ve olay tarihinde de solunum maskesini çıkarması sonucu hayatını kaybettiği anlaşıldığından, daha önce çeşitli kereler maskeyi çıkarmaya çalıştığı hastane personelince bilinen hastaya, solunum maskesini çıkarmasını engelleyecek ek müdahalelerde bulunmamak suretiyle yeterli dikkat ve özeni göstermeyen davalı idarenin bu tutumunun hizmet kusuru olarak kabulü zorunlu olup, İdare Mahkemesince Yüksek Sağlık Şurası kararı esas alınmak ve davacılardan temyiz isteminde bulunan …’nin istemiyle sınırlı kalmak suretiyle tazminata hükmedilmesi gerekirken, davanın reddi yolunda verilen kararda hukuka uyarlık görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkeme kararının davacı tarafından temyiz edilen kısmını bozmuştur.
İmar Hukuku Kapsamında Hizmet Kusuruna Örnekler
Danıştay 6. Dairesi 02.6.2003 tarih ve K:2003/3421 sayılı kararında; “… Olayda, yıkımına karar verilen 3. kat inşaatın davacı tarafından ruhsat alınarak yapılmış, daha sonra da iskan ruhsatı alınmış olması nedeniyle davacının, yıkımına karar verilen yapı nedeniyle uğradığı zararın tazmin edilmesi gerektiği tartışmasızdır. İdarenin hizmet kusuru nedeniyle zararı tazmin edilecek olan davacının, gerçek zararının tespitinde, bu zararın gerçekleştiği tarihin birim fiyatları üzerinden hesaplama yapılması gerekmektedir.
Davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan davacı zararının yıkım işleminin fiilen gerçekleştiği tarih itibariyle hesaplanması gerektiğinden, tazmine konu zararın henüz ortaya çıkmadığı yıkıma ilişkin belediye encümeni kararının davacıya tebliğ edildiği tarih esas alınarak maddi zararın hesaplanmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır…” gerekçesiyle Mahkeme kararının maddi tazminata ilişkin kısmını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 21.10.2021 tarih ve K:2020/9846 sayılı kararında; “… Hukuka aykırılığı açılan dava sonucunda yargı kararıyla saptanan, ancak yapı ruhsatının düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan imar planına uygun olarak verilen … tarih ve … sayılı yapı ruhsatı ile inşaata başlanıldığı ve davacının, yapının 24/12/2015 tarihinde yıkılması üzerine zarara uğradığı açık olup, idarenin hukuka aykırı işlemi ile nedensellik bağı kurulabilen gerçek maddi zararın tazmini gerekmektedir.
Bu itibarla; yukarıda belirtilen hususlar dikkate alınarak tazminat istemine konu toplam maddi zararı oluşturan her bir talep yönünden yeniden inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle karar verilmesi gerektiğinden, temyize konu Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır…” gerekçesiyle Bölge İdare İstinaf Mahkemesi kararını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 02.6.2003 tarih ve K:2003/3421 sayılı kararında; “…Olayda, yıkımına karar verilen 3.kat inşaatın davacı tarafından ruhsat alınarak yapılmış, daha sonra da iskan ruhsatı alınmış olması nedeniyle davacının, yıkımına karar verilen yapı nedeniyle uğradığı zararın tazmin edilmesi gerektiği tartışmasızdır. İdarenin hizmet kusuru nedeniyle zararı tazmin edilecek olan davacının, gerçek zararının tespitinde, bu zararın gerçekleştiği tarihin birim fiyatları üzerinden hesaplama yapılması gerekmektedir.
Davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan davacı zararının yıkım işleminin fiilen gerçekleştiği tarih itibariyle hesaplanması gerektiğinden, tazmine konu zararın henüz ortaya çıkmadığı yıkıma ilişkin belediye encümeni kararının davacıya tebliğ edildiği tarih esas alınarak maddi zararın hesaplanmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır…” gerekçesiyle Mahkeme kararının maddi tazminata ilişkin kısmını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 04.3.2009 tarih ve K:2009/2077 sayılı kararında; “… Olayda, uyuşmazlık konusu yapıların davacıya ait taşınmaz üzerinde yer alması karşısında davacının işgalci olarak kabul edilemeyeceği, imar planında yeşil alan kullanımına ayrılmış olmasına rağmen taşınmazın öncelikle yapılacak kamulaştırma veya parselasyon uygulamalarıyla kamuya kazandırılması gerektiği, kaldı ki yıkıldığı ifade edilen yapıların dosyadaki plan örneği uyarınca tamamının yeşil alan sınırları içerisinde bulunmadığı, bu itibarla mevcut durumu itibariyle davacıya ait yapılara yönelik olarak 775 sayılı Kanunun uygulama şartlarının oluşmadığı, söz konusu ruhsatsız yapılar nedeniyle 3194 sayılı İmar Kanunu hükümlerinin uygulanabileceği, bu husus gözetilmeden tesis edilen işlem sonucu oluşan zararda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu açıktır.
Bu durumda, idare mahkemesince, davacıya ait yıkıldığı belirtilen yapıların bulunduğu alanın imar planında hangi fonksiyona ayrıldığının belirlenmesi, davalı idarece, davacıya ait taşınmazda yer alan ruhsatsız yapılar nedeniyle 775 sayılı Kanunun uygulanması sonucu oluşan zararda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, ayrıca yapıların ruhsatsız olduğu hususu da göz önünde bulundurulmak suretiyle gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılarak tazminine karar verilmesi gerekirken, aksi yönde verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir…” Mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 18.3.2011 tarih ve K:2011/681 sayılı kararında; “… Uyuşmazlıkta yol ve yer kayması ve bu nedenle istinat duvarları ile binaların yıkılması olayında davalı idarelerin kamu hizmetleriyle ilgili eylem ve işlemleri ve oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunduğu açık olmakla birlikte, aracın hurdaya çıkmasında gerek davalı idarelerin gerekse davacının kusur oranının hangi kriterler esas alınarak belirlendiğinin Mahkemece ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, meydana gelen yol ve yer kaymasının doğal ve doğal olmayan nedenleri, aracın üzerine yıkılan bloklara verilen ruhsat ve yapı kullanma izin belgelerinin mevzuata uygunluğu, olayla ilgili zorlayıcı nedenler, beklenmeyen durumlar ile aracın park edildiği yerde park edilmesini engelleyici başka tedbir ve önlemlerin alınıp alınmadığı ve bu açıdan araç malikinin kusurunun ne olduğu hususlarının göz önünde bulundurulması suretiyle yaptırılacak keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu davalı idarelerin ve 3. kişinin zararının oluşumundaki kusur oranının belirlenmesinden sonra idare Mahkemesince uyuşmazlık hakkında yeniden karar verilmesi gerekmektedir…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 23.5.2012 tarih ve K:2012/2662 sayılı kararında; “…17.08.1999 günü meydana gelen depremde binanın yıkıldığı, davacı tarafından, davalı idareye yasalarla verilen görevlerin yerine, getirmemesi nedeniyle dairenin bulunduğu binanın yıkıldığı ileri sürülerek uğranılan zararların tazmini istemiyle görülen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Ruhsatlı projesinden çok fazla sayıda ruhsatsız ilave kat yapılan inşaat hakkında davalı idarece yıkım kararı alınmışsa da 3194 sayılı Yasanın yukarıda yer alan açık hükmüne karşın yıkım kararının gerçekleştirilmediği, davacının bu şekliyle satın aldığı ve yerleşilmesine olanak sağlandığı uyuşmazlık konusu olayda davalı idarenin denetim görevini de içeren idari faaliyetlerini kusurlu olarak işlettiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, davalı idarenin deprem sonucu yıkılan yapının inşası aşamasında yürütmesi gereken faaliyetlerini gereği gibi yerine getirmemesi sonucu oluşan hizmet kusuru nedeniyle ortaya çıkan zararı tazminle sorumlu bulunduğundan, aksi yöndeki değerlendirmeye dayalı olarak verilen temyize konu kararda isabet görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi 21.10.2020 tarih ve K:2020/9822 sayılı kararında; “… Yapı denetim şirketlerinin, yapıların ruhsat ve eklerine uygun olarak inşa edilmeleri konusunda yapılacak denetimde asıl yetkili ve sorumlu olan ilgili idarelerin yardımcısı konumunda bulunmaları ve ilgili idarelere karşı üstendikleri fenni mesuliyet kapsamında faaliyette bulunmaları nedeniyle bu şirketlerin görevleri sırasındaki kusurları, ilgili idareler bakımından da hizmet kusuru teşkil etmektedir. İlgili idarenin üçüncü kişilere karşı bu sorumluluğu nedeniyle ödediği tazminatı yapı denetim şirketine rücu edebileceği ise açıktır.
Manevi tazminat istemi bakımından ise, davacının olay nedeniyle yaşadığı elem ve ızdırap göz önünde bulundurularak bir tazminata hükmedilmesi gerektiğinden temyiz konu mahkeme kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmında da isabet görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkeme kararının davacının uğradığı zararın 50.000,00 TL’yi aşan kısmına ilişkin bölümünü ve manevi tazminat istemine ilişkin bölümünü bozmuştur.
Danıştay 6. Dairesi,13.4.2021 tarih ve K:2021/5459 sayılı kararında; “… Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden, dava konusu taşınmazın ilk olarak 27.09.2001-29.08.2003 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planında Bölge Parkı alanına ayrılarak mülkiyet hakkının kısıtlanmış olduğu, 17.01.2014 onay tarihli uygulama imar planında da Bölge Parkı fonksiyonunda kaldığı, 17.01.2014 onay tarihli uygulama imar planının uygulanması için geçmesi gereken 5 yıllık sürenin dava devam ederken dolmuş olmasına rağmen davalı idare tarafından taşınmazdaki kısıtlılığın giderilmemesi karşısında; davacı için mülkiyet hakkının belirsiz bir süre ile kısıtlandığı sabit olup, mülkiyet hakkı engellenen davacıya mülkiyetin bedele çevrilmesi yoluyla tazminat ödenmesi gerekir.
Danıştay 6. Dairesi, 29.4.2021 tarih ve K:2021/6349 sayılı kararında; “…Bu durumda, davacılar murisine ait olan yapının, eksik ve yetersiz olarak düzenlendiği anlaşılan maili inhidam raporu dayanak alınarak yıkılmış olması nedeniyle, davalı idarenin sözü edilen hukuka aykırı eyleminden doğan zararı tazmin etmesi gerektiğinden, tazminat isteminin incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Öte yandan, yıkıma ilişkin encümen kararının iptali istemiyle davacılar tarafından açılan davanın reddine ilişkin İstanbul 10. İdare Mahkemesince verilen 23.01.2009 günlü, E.2008/575, K:2009/175 Sayılı kararda, davacıların murisi tarafından yapılan imar affı başvurusuna ait müracaat formundan yapının 1974 tarihinde yapıldığının belirtildiği, İdare Mahkemesince; uyuşmazlık konusu yapının, ruhsatının veya yapıya ilişkin imar affı başvurusunun ya da 1957 yılından önce yapılıp ruhsat almış sayılan yapılar kapsamında olup olmadığının araştırılması suretiyle, söz konusu yapının ruhsatının bulunması halinde kamulaştırma bedelinin, ruhsatsız bir yapı niteliğinde ise yapının enkaz bedelinin tazminine karar verilmesi gerekmektedir…”
Hizmet Kusuruna Örnekler
Danıştay 8. Dairesi 12.3.2021 tarih ve K:2021/1532 sayılı kararında; “… Olayda; ilgili mevzuat gereği sahipsiz hayvanların kontrolünü takip etmek, sahipsiz hayvanlarla ilgili sorunların tespiti ve bu sorunların çözümlerini karara bağlama konusunda görevli ve yetkili olduğu görülen … Valiliği’nin ve sahipsiz hayvanlara barınak yapmak/yaptırmak, işletmek/işlettirmek görev ve sorumluluğu olan … Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın da hasım mevkiine ataması gerekmektedir.
Bu durumda; davalı … Belediye Başkanlığı yanında, olayın özelliğine göre müteselsilsen sorumluluğu bulunan … Valiliği ve … Büyükşehir Belediye Başkanlığının da hasım konumuna eklenmesi gerekirken sadece … Belediye Başkanlığı husumetiyle karar verilmesinin yürürlükteki mevzuata aykırı bir sonucu ifade ettiği anlaşılmakta olup, kanun yararına bozma isteminin kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını kanun yararına bozmuştur.
Danıştay 8. Dairesi 11.12.2007 tarih ve K:2007/6951 sayılı kararında; “… Dosyanın incelenmesinden, 4.7.2005 günü davacının kiracı olarak ikamet ettiği dairenin kanalizasyon atık suyu ve yağmur suyu ile dolması nedeniyle uğranılan zararın 07.07.2005 tarihinde Bakırköy 3. Sulh Hukuk Mahkemesinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu 19.827,50.-YTL olduğunun tespit edildiği, oluşan zararın tazmini istemiyle açılan işbu davada Mahkemelerinin 26.07.2006 tarihli ara kararına İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’nce verilen 22.9.2006 günlü cevaptan söz konusu dairenin iskan izni olmadığı ve herhangi bir iskan müracaatı da bulunmadığı görüldüğünden bahisle iskan izni bulunmayan daireyi su basması sonucu oluşan zarardan davalı idarelerin sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddedildiği anlaşılmıştır.
Davacının kiracı olarak ikamet ettiği, konutun yapı kullanma (iskan) izni olmadığı halde davalı idareler tarafından elektrik, su, kanalizasyon, doğalgaz, telefon hizmetlerinin götürüldüğü açıktır. İskan izni bulunmayan konutta yine idare tarafından sunulan hizmetlerden faydalanmak suretiyle ikamet eden davacının olay nedeniyle meydana gelen zarara katlanmasını beklemenin, kamu hizmetinim eksik yürütülmesi veya gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle bireylerin uğradığı zararların idarece tazmini gerekeceğine ilişkin genel ilkeye aykırı düşeceği ortadadır.
Bu durumda, davacının konutunda oluşan zararda davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan davayı reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay 10. Dairesi, 16.6.2021 tarih ve K:2021/3377 sayılı kararında; “… İlçesinin büyük bir kısmına yayılan olayları bastırarak gerekli güvenlik önlemlerini sağlayamayan idarenin güvenlik zafiyetine düşerek hizmet kusuru bulunduğu ve oluşan zararın hizmet kusuru ilkesi gereğince karşılanması gerektiği açıktır.
Davacılardan Z.K.’nın kalıcı iş gücü kaybı oranını belirlenmesinin ardından konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişilere yaptırılacak inceleme sonucunda alınacak bilirkişi raporu doğrultusunda iş gücü kaybından kaynaklanan maddi zararı ile olay nedeniyle yapılan tedavi giderlerinin tespiti ile maddi zararının belirlenmesi, ayrıca davacıların olay nedeniyle duyduğu acı ve üzüntünün telafisini teminen uygun bulunacak bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Danıştay 10. Dairesi 12.10.2021 tarih ve K:2020/3640 sayılı kararında; “… Devlet Yolu yapım çalışmaları sırasında çıkan molozların, asfalt parçalarının ve hafriyatın davacının … ada, … parsel nolu taşınmazına döküldüğü, bu hafriyat ve moloz yığınlarının taşınmazın 8.593,70 m²’ lik kısmını işgal ettiği, davalı idarenin dikkatli ve özenli çalışarak yol çalışmaları sonucu oluşan hafriyat ve moloz yığınlarını davacının taşınmazına zarar vermeden başka bir yere nakletmesi ya da iş bitiminde hafriyat ve moloz yığınlarını kaldırarak taşınmazı eski hale getirmesi gerekirken, yol çalışmalarının bitirilmesine ve aradan uzun bir süre geçmesine rağmen hafriyat ve moloz yığınlarının hala davacının taşınmazında bulunması nedeniyle davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu hususunda duraksama bulunmamaktadır…”
Danıştay 8. Dairesi 20.01.2021 tarih ve K:2021/166 sayılı kararında; “… okula ait halının davacılardan …’a yıkatıldığının anlaşılması karşısında, olayın oluşumunda müterafik kusur bulunduğunun, adı geçen davacının kusuru yanında, okulda gerekli düzenin kurulamaması, görevlilerin kayıtsızlıkları nedeniyle idarelerin de hizmet kusuru olduğunun kabulü gerekmektedir.’’
Danıştay 10. Dairesi 21.12.2022 tarih ve K:2022/6317 sayılı kararında; “… İdare Mahkemesince mahallinde keşif yapılması sonrasında düzenlenen 17/09/2015 tarihli bilirkişi raporunda kamulaştırma sınırı kapsamında yolun genişliğinin 10 m olması gerekirken dava konusu bina önünde kamulaştırma maliyetinden kaçınmak için bu genişliğin 8 m’ye düşürüldüğü ve yine söz konusu yapıya daha fazla yaklaşmamak için tretuvar duvarının yapılamadığı, tespitleri gözetildiğinde dava konusu olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğu noktasında duraksama bulunmamaktadır.”
SONUÇ
Anayasanın 2. maddesinde anlamını bulan Hukuk Devleti ilkesinin vazgeçilmez ölçülerinden biri, “idarenin yargısal denetimi”dir. Yine, Hukuk Devleti ilkesi gereği, “idarenin her türlü işlem ve eylemleri hukuka uygun olmak” zorundadır. Eğer idarenin hukuka aykırı işlem ve eylemlerinden dolayı maddi ve manevi bir zarar doğmuşsa idare bu zararı ödemekle yükümlüdür.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur.
Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
İdarenin hizmet kusuru sorumluluğu, olaylara göre değişen, esnek bir kavram olup kamu hizmetlerinin kuruluş ve işleyişindeki her düzensizlik idarenin sorumluluğunu gerektirmemektedir. İdarenin sorumlu tutulabilmesi için, derecesi çeşitli koşullara göre değişen bir düzensizliğin varlığı aranmaktadır.
Her somut olayda olayın maddi yönü, zararı doğuran faaliyetler, kamu hizmetinin niteliği, yürütüldüğü koşullar, zararın niteliği ve zararla kusur arasındaki ilişkinin derecesi, zararı doğuran faaliyetlerden doğan hukuki sonuçlar gibi unsurlar göz önünde bulundurarak belirlenen kusurun tazminatı gerektirip gerektirmeyeceği İdari Yargı yerlerince takdir edilmektedir.