I. Giriş
Bu yazımızda; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 66. ve devamı maddelerinde düzenlenen dava zamanaşımı kurumu, dava zamanaşımında sınırın belirlenmesinde hangi sistemin kabul edildiği ve dava zamanaşımının tespitinde suçun nitelikli hallerinin önemi ele alınacaktır.
Dava zamanaşımına suç zamanaşımı da denilebilir, bu zamanaşımı süreleri ceza zamanaşımında farklı olup, dava zamanaşımı yargılamanın yapılması için belirlenen sürelerden ibaret olup kesinleşmeden önceyi, ceza zamanaşımı ise mahkumiyet kararı kesinleştikten sonra cezanın infazının mümkün olabileceği süreçlere işaret eder. Soykırım ve insanlığa karşı suçlar ile bu suçların örgüt kurarak işlenmesinden dolayı zamanaşımı işlemez. Bu suçlardan dolayı yargılama her zaman yapılabilir ve verilen ceza da mahkum edilen ölünceye kadar infaz edilebilir (TCK m.76/4, m.77/4, m.78/3).
II. Dava Zamanaşımı
Kanunda suç olarak öngörülen fiillerin işlenilmesinden sonra; yine Kanunda öngörülen belirli sürelerin geçmesi halinde, fail hakkında kamu davasının açılmasını engelleyen veya açılmış olan davanın devam etmesine engel teşkil eden kurum, Ceza Hukukunda dava zamanaşımı olarak adlandırılmaktadır[1]. Bir başka ifadeyle; suçun işlenmesinden sonra, yargılamaya konu suça ilişkin olarak TCK m.66’da gösterilen dava zamanaşımı süresinin geçmesiyle ceza takibatının yapılmaması, yani kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi, takibata başlanmış olması halinde ise zamanaşımı süresinin dolduğunun tespiti ile atılı suç bakımından düşme kararı verilmesi gerekmektedir.
Doktrinde zamanaşımı kurumunun gerekçesi; suça konu fiilin üzerinden uzun süre geçmesi halinde yargılamanın sağlıklı yapılamayacak olması, delillerin bozulması veya kaybolması nedeniyle maddi hakikate tam anlamıyla ulaşılamayacağı ve kaçak olarak yaşayan failin bu süreçte hep tedirgin yaşaması nedeniyle işlediği suçun cezasını kendi iç dünyasında ödediği şeklinde belirtilmektedir.
Diğer yandan; dava zamanaşımı kurumunun hukuki niteliğinin tespit edilmesi, Maddi Ceza Hukuku kuralları ile Ceza Muhakemesi Hukuku kurallarının uygulama ilkeleri açısından önem arz etmekte olup, hem uygulama ve hem de kurumun varoluş amacı, dava zamanaşımının bir maddi ceza hukuku kurumu olduğunu açıkça göstermektedir. Bunun sonucu ise; zamanaşımı süreleri bakımından maddi Ceza Hukuku ilkesi olan “failin lehine hükümlerin uygulanması” kuralının tatbik edilmesidir.
Hala 1 Haziran 2005 tarihi öncesinde işlenen suçlara ilişkin derdest davaların bulunduğu dikkate alınarak, 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile yürürlükte olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri bakımından lehe yasa karşılaştırmasının, öncelikle zamanaşımı hükümleri yönünden yapılması gerektiğini, dava zamanaşımı süresi dolmadığı takdirde ilgili suç ve ceza maddeleri yönünden her iki kanunun karşılaştırması yapılarak lehe olanın tatbikinin gerektiğini ifade etmek isteriz.
a) Dava Zamanaşımı Süreleri
Dava zamanaşımı süreleri, suçun kanuni tanımında belirtilen cezanın ağırlığına göre belirlenmektedir. Bu süreler; Ceza Hukuku bakımından her olay ve dava için hakimin takdirine bırakılmamış, kişiler için hukuki bir güvence olarak Kanunla önceden tespit edilmiştir.
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu m.66/1 uyarınca dava zamanaşımı süreleri;
(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıldır.”
Şeklinde düzenlenmektedir.
Bu süreler genel nitelikte olup, bazı istisnai haller de aynı madde içerisinde hüküm altına alınmıştır.
Örneğin TCK m.66/2’de; “Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.” denilerek, çocukların işledikleri suçlar bakımından dava zamanaşımı süreleri daha kısa tutulmuştur. Bu düzenleme; esasında TCK m.31’in zamanaşımı kurumu üzerindeki yansıması, çocuklara yönelik bir pozitif ayırımcılık olarak değerlendirilebilecektir.
Dava zamanaşımı sürelerinin ne zaman başlayacağı ise; TCK m.66/6’da, “Zamanaşımı, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden, teşebbüs halinde kalan suçlarda son hareketin yapıldığı günden kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği ve zincirleme suçlarda son suçun işlendiği günden, çocuklara karşı üstsoy veya bunlar üzerinde hüküm ve nüfuzu olan kimseler tarafından işlenen suçlarda çocuğun onsekiz yaşını bitirdiği günden itibaren işlemeye başlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hususta Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.05.2023 tarihli, 2021/38 E. ve 2023/256 K. sayılı kararında; “Suçun işlendiği gün zamanaşımı süresinin birinci günüdür. Zira suçun işlendiği gün dahi kamu davasının açılması mümkündür. Bu nedenle dava zamanaşımının da dava açmak hakkı mevcut olduğu andan itibaren başlaması tabiidir.” denilerek, dava zamanaşımının ne zaman başladığı belirtilmiştir.
Şüpheliye veya sanığa isnat edilen suçun ne zaman işlendiği gün olarak belirlenemiyorsa, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, olası suç tarihlerinden sanığın en lehine olan gün zamanaşımının başlangıcı kabul edilir[2].
Ayrıca belirtmeliyiz ki; TCK m.66/7 uyarınca, TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmında yazılı ağırlaştırılmış müebbet veya müebbet veya on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçların yurt dışında işlenmesi halinde dava zamanaşımı süreleri uygulanmayacaktır. Bu doğrultuda; Devletin güvenliğine karşı işlenen suçların yurtdışında işlenmesi halinde, fiilin üzerinden ne kadar zaman geçse de dava zamanaşımı uygulanmayacak, soruşturma ve kovuşturma işlemleri her zaman yapılabilecektir.
b) Dava Zamanaşımı Süresinin Durması veya Kesilmesi
Dava zamanaşımı; bir dava şartı olup, bu hususun ilgili yargı mercii tarafından re’sen gözönüne alınması gerekmektedir. Dava zamanaşımına ilişkin sürelerin hangi hallerde duracağı veya kesileceği, TCK m.67’de hüküm altına alınmıştır.
Kanunda öngörülen bazı sebeplerle zamanaşımı süresinin hiç işlemeye başlamaması veya işlemeye başlayan dava zamanaşımı süresinin ilerlememesi zamanaşımının durmasını; işlemeye başlayan zamanaşımı süresinin yine Kanunda öngörülen bazı sebeplerle sıfırlanarak baştan tekrar işlemesi ise, zamanaşımının kesilmesini ifade etmektedir[3].
TCK m.67/1 uyarınca, dava zamanaşımını durduran hususlar; izin veya karar alınması, bekletici meselenin çözümü ve fail hakkında kaçak kararının verilmiş olması şeklinde belirtilmektedir. Dava zamanaşımını kesen sebepler ise; TCK m.67/2’de düzenlenmekte olup, şüpheli veya sanıklardan birisinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi, şüpheli veya sanıklardan birisi hakkında tutuklama kararının verilmesi, suçla ilgili iddianame düzenlenmesi ve sanıklardan birisi hakkında mahkumiyet hükmü verilmesi olarak belirtilmektedir.
Sonuç olarak; Kanunda öngörülen bir soruşturma veya kovuşturma engelinin bulunması sebebiyle dava zamanaşımı süresinin durması halinde durma kararı verilecek ve zamanaşımı süresi işlemeyecektir. Zamanaşımının kesilmesi halinde ise kesme sebeplerinden birisinin gerçekleşmesine kadar geçen süre sıfırlanacak ve kesilme gününden itibaren zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlayacaktır. Nitekim TCK m.67/3’de; “Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar.” denilerek, bu husus hüküm altına alınmaktadır. Ek olarak; TCK m.67/4 uyarınca, “Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.” denilerek, zamanaşımının kesildiği durumlarda sürenin en fazla yarısına kadar uzayacağı belirtilmektedir.
Bu durum bir örnek üzerinden açıklanacak olursa; TCK m.66/1-d uyarınca beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda on beş yıl olan dava zamanaşımı süresi, TCK m.67/2’de yer alan kesilme hallerinden birisinin gerçekleşmesi halinde yirmi iki yıl altı ay olarak hesaplanacaktır.
c) Yargılamanın Yenilenmesi Halinde Zamanaşımı
TCK m.66/5’e göre; “Aynı fiilden dolayı tekrar yargılamayı gerektiren hallerde, mahkemece bu husustaki talebin kabul edildiği tarihten itibaren fiile ilişkin zamanaşımı süresi yeni baştan işlemeye başlar”. Kanun koyucu bu hükümde; yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulüne karar verilmesi anından itibaren suça ilişkin zamanaşımı süresinin, daha önce yapılan yargılamada geçen süreler dikkate alınmaksızın yeniden başlayacağını düzenlemiştir. Belirtmeliyiz ki; TCK m.66/5’in tatbik edileceği alanın kapsamı konusunda birden fazla farklı görüş ileri sürülmüş olup, yargılamanın yenilenmesinin yanında, kanun yararına bozma (CMK m.309), Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı (CMK m.308), CMK m.172/2 uyarınca kesinleşen takipsizlik kararından sonra ortaya çıkan yeni delil sebebiyle sulh ceza hakimliği kararıyla yeniden yargılama yapılması gibi müesseseler yönünden de TCK m.66/5 uyarınca zamanaşımı süresinin yeniden işlemeye başlayacağının kabulü gerektiğine dair bu görüşler uygulamada kabul görmemiştir. TCK m.66/5, sadece yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile sınırlı uygulanmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.09.2023 tarihli, 2021/399 E. ve 2023/476 K. ve 21.01.2020 tarihli, 2017/618 E. ve 2020/16 K. sayılı kararları).
Yargılamanın yenilenmesinde zamanaşımı süresinin ne zaman yeni baştan işlemeye başlayacağı konusunda; mahkemece yargılamanın yenilenmesi talebinin CMK m.319’a ve 320’ye göre “kabule değer olduğuna” dair karar verdiği tarihin esas alındığı Yargıtay ceza dairelerinin kararları bulunmakla birlikte, kanaatimizce TCK m.66/5’in lafzı da dikkate alınarak, CMK m.321/2’de öngörülen aşamada “yargılamanın yenilenmesine ve duruşma açılmasına” karar verildiği anda zamanaşımı süresinin yeniden işlemeye başladığı kabul edilmelidir.
Yargılamanın yenilenmesi halinde yeniden işlemeye başlayan zamanaşımının, TCK m.67’de düzenlenen durma ve kesme sebeplerinden etkilenmesi teorik olarak mümkündür. Bununla birlikte; TCK m.67’de sınırlı sayıda gösterilen durma ve kesme hallerinin, yargılamanın yenilenmesi aşamasında gerçekleşmesinin çoğu zaman fiilen mümkün olmayacağı da söylenebilir.
d) Dava Zamanaşımı Sürelerinde Sınırın Belirlenmesi
Dava zamanaşımı; suçun işlendiği tarih ile, kararın kesinleşmesi arasındaki süreyi kapsamaktadır. Karar kesinleştikten sonra ise, ceza zamanaşımı hususu gündeme gelmektedir. Zamanaşımı süresi bakımından belirleyici olan, iddianamede gösterilen suç ve bu suça ilişkin sevk maddeleridir. Yargılamada ortaya çıkan deliller veya durumlar neticesinde, iddianamede gösterilen suçun niteliği değişmiş veya suçun niteliği ağırlaşmış olabilir. Bu durumda mahkemenin görev alanı değişebilmekte ve mahkeme görevsizlik kararı vererek dosyayı görevli mahkemeye gönderebilmektedir. Bu durumda görevsizlik kararı, görevli mahkemede okunacak ve kararda belirtilen suç tipine ilişkin olarak zamanaşımı süresi tekrardan değerlendirilecektir. Buna karşılık iddianamede gösterilen suçun hukuki niteliğinin değişmesi veya suçun niteliğinin ağırlaşması; mahkemenin görev alanını değiştirmemişse, mahkemenin bu yeni nitelendirmeden hüküm kurabilmesi veya daha ağır cezaya hükmedebilmesi için sanığa ek savunma hakkı verilmesi gerekmektedir. Böylece zamanaşımı süresi, yeni nitelendirmeye uygun olarak veya ağırlaştırıcı nedenler dikkate alınarak yeniden belirlenecektir.
Doktrinde bir görüş; ek savunma hakkı verildiği ve iddianamede gösterilen sevk maddesine ilişkin zamanaşımı süresinin dolduğu ihtimalde ne yapılması gerektiğine ilişkin olarak, suçun hukuki niteliği değiştikten veya cezayı ağırlaştıran nedenler ortaya çıktıktan sonra daha uzun olan zamanaşımı süresinin uygulanmaması gerektiğini ileri sürmektedir. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.223/8 uyarınca düşme sebeplerinin varlığı veya soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilmesi gerekmektedir. Bu durumda, ya iddianamede belirtilen suç henüz dava zamanaşımına uğramamış ve sanığa ek savunma hakkı verilmiş olur ya da iddianamede belirtilen suçun zamanaşımı dolmuş ve düşme kararı ile dava sona ermiş olur. Aksi halde; iddianamede belirtilen suçun zamanaşımına uğramasından sonra sanığa ek savunma hakkı verilerek, re’sen gözetilmesi gereken zamanaşımı denetimi yapılmamış olacaktır[4].
Bu görüşe katılmakla birlikte; zamanaşımı dolmadan suçun nitelikli halinin tespiti durumunda, dava zamanaşımı hesabı oluşan yeni nitelendirmeye göre yapılmalıdır. Ancak bu ana kadar zamanaşımı dolmuşsa, sırf suçun hukuki niteliğinin değiştiğinden bahisle ek savunma hakkı vermek suretiyle dava zamanaşımı uzatılamaz. Zamanaşımı süresi açısından belirleyici olanın iddianamede gösterilen suç ve sevk maddesi olduğu söylense bile, CMK m.225/2’ye göre mahkeme suçun hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmadığından, m.225/1’in “fiille bağlılık” prensibi gözardı edilmeksizin oluşacak yeni nitelendirmeden ve ağırlaştırıcı sebepten kaynaklanan vaziyete göre zamanaşımı hesabı yapılmalıdır. Bunun bir istisnası, bu tespit yapılana kadar iddianamede gösterilen suça ve sevk maddesine göre zamanaşımının dolma ihtimalidir ki, bu durumda dolmuş zamanaşımının hukuki nitelendirme değişikliği veya ağırlaştırıcı sebebin tatbik edilmesi ihtimali nedeniyle canlandırılabilmesi mümkün değildir.
Bir başka görüşe göre; bu derece suç zamanaşımı süresinin hesabını failin lehine yorumlamak, hem kanun koyucunun zamanaşımında uyguladığı ceza politikası ve hem de hukuki nitelendirme ile bağlı olmayan mahkeme nedeniyle mümkün değildir. Aksi kabul; hukuki nitelendirmede ve sevk maddesinde hata yapan iddianameye öncelik verilmesi ve CMK m.225/2’nin gözardı edilmesi anlamına gelir. Buna karşı şu söylenebilir ki, zaten iddianamenin CMK m.174’e göre değerlendirilmesi aşamasında mahkeme tüm bunlara bakmalıdır. Mahkeme iddianameyi inceleme ve kabul aşamasını layıkı ile yapmayarak hataya düşmüşse, bu hatanın sonucunun faile yüklenmemesi gerekir. Mahkeme, bir iddianamenin usule uygun düzenlenip düzenlenmediği CMK m.170 ve m.174 hükümlerini dikkate alarak gözden geçirip incelemelidir. Bu düşünceye karşı, esasen burada CMK m.170’e ve m.174’e aykırı bir durumun olmadığını, sürecin zamanaşımı bakımından uzamasının failin aleyhine değerlendirilmesi mümkün olsa da, amaç maddi hakikate ve adalete ulaşmak olduğundan, nitelendirmede, ağırlaştırıcı sebepte ve sevk maddesinde yapılan hataya bağlı kalarak, CMK m.225/2’nin gözardı edilmesi suretiyle suçun gerçek hukuki nitelendirmesinden kopulması da kabul edilemez.
Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde hangi cezanın ölçüt olarak kabul edileceği hususunda doktrinde üç temel sistemin mevcut olduğu görülmektedir. Bu sistemler; soyut ceza sistemi, somut ceza sistemi ve karma ceza sistemidir[5].
Soyut ceza sistemine göre; dava zamanaşımı süresinin tespitinde, suçun karşılığı olarak öngörülen cezanın üst sınırının belirleyici olacağı kabul edilir. Bu görüşü savunan yazarlar, somut ceza belirlenirken hakimin takdir yetkisini kullanarak cezanın alt ve üst sınırında değişiklik yapılabileceği gerekçesiyle bu sınırların zamanaşımı hesabında dikkate alınmaması gerektiğini ifade etmektedirler.
Somut ceza sisteminde ise; suçun işlenmesinden sonra oluşacak zararın soyut olarak hesaplanması mümkün olmadığından, suça etki eden unsurların bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmekte ve böylece zamanaşımı süresinin tespitinde faile somut olaydaki her türlü hukuki sebebin uygulanması suretiyle belirlenecek ceza esas alınmalıdır.
Karma ceza sisteminde ise; somut ceza sisteminde olduğu gibi, fiile ilişkin ağırlaştırıcı ve hafifletici sebepler zamanaşımı süresinin hesaplanmasında dikkate alınmakta, ayrıca hakim soyut ceza sisteminde olduğu gibi suçun karşılığı olarak öngörülen cezanın üst sınırını esas almakta ve daha sonra suçu etkileyen halleri dikkate almaktadır.
Bu açıklamalar ışığında; Türk Ceza Hukukunda benimsenen sistemin, soyut ceza sistemi olduğu kabul edilebilecektir. TCK m.66/3’de, zamanaşımı süreleri belirlenirken suçun daha ağır cezayı gerektiren hallerinin esas alınacağı belirtilmiştir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 11.12.2012 tarihli, 2012/6-1247 E. ve 2012/1842 K. sayılı kararında; “Sanık hakkında yerel mahkemece 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesi uyarınca ceza vermekten vazgeçilmesine karar verilen somut olayda Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nın 145. maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, öncelikle dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilmeli ve bu değerlendirme yapılırken TCK’nın 143. maddesindeki artırımın zamanaşımının hesabında dikkate alınıp alınmayacağı da ele alınmalıdır. 5237 sayılı TCK’nın 66. maddesinin 3. fıkrasında, zamanaşımının belirlenmesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerinin de gözönünde bulundurulacağı belirtildiğinden, uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşılabilmesi açısından, aynı kanunun 143. Maddesindeki düzenlemenin suçun nitelikli halini mi, yoksa ağırlatıcı nedenini mi oluşturduğu hususunun öncelikle belirlenmesi gerekmektedir. 5237 sayılı Kanunda, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli haller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, kanunda daha az cezayı gerektiren nitelikli haller de yer almaktadır. Nitekim bir suça ilişkin olarak hem daha ağır hem de daha az ceza verilmesini gerektiren hallerin gerçekleştiği ahvalde TCK’nın 61/4 maddesinde; ‘Bir suçun temel şekline nazaran daha ağır veya daha az cezayı gerektiren birden fazla nitelikli hallerin gerçekleşmesi durumunda; temel cezada önce artırma sonra indirme yapılır.’ denilmek suretiyle, daha az cezayı gerektiren hallerin de nitelikli hal olarak kabul edildiği açıkça vurgulanmıştır[6]. Bu kapsamda, TCK’nın 146. maddesinde, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi, 150. maddesinde, yağma suçlarının bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi, daha az cezayı gerektiren nitelikli haller olarak düzenlenmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanığa atılı suça 5237 sayılı TCK’nın 142/1-e maddesinde 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörülmekte olup suçun gece vakti işlenmiş olması nedeniyle aynı kanunun 143/1 maddesi uyarınca 1/3 oranında artırım uygulandığında hürriyeti bağlayıcı cezanın miktarı 2 yıl 8 ay ila 6 yıl 8 ay arası olabilecektir. Bu takdirde TCK’nın 66/1-d maddesi gereğince olağan zamanaşımının 15 yıl, kesintili zamanaşımının ise, 22 yıl 6 ay olacağı, ancak, aynı maddenin 2. fıkrasına göre 12-15 yaş grubunda bulunan çocuklar hakkında zamanaşımı süreleri yarı oranında uygulanacağından sanık hakkında olağan dava zamanaşımı 7 yıl 6 ay, kesintili dava zamanaşımı ise 11 yıl 3 ay olacağı anlaşılmaktadır. Suç tarihinin 26.07.2005 ve zamanaşımını en son kesen işlem tarihinin sanığın mahkeme huzurunda sorgusunun yapıldığı 15.05.2007 tarihi olduğu göz önüne alındığında, dava zamanaşımının gerçekleşmediği görülmektedir. Bu itibarla sanık O. A. hakkında hırsızlık suçundan açılan kamu davasında zamanaşımı gerçekleşmemiştir.” denilerek, dava zamanaşımı sürelerinin belirlenmesinde TCK m.66/3 gereğince suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gözönünde bulundurulacağı belirtilmiştir.
Suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halinin dava zamanaşımı süresinin belirlenmesindeki etkisi bir örnek üzerinden açıklanacak olursa;
A, B’yi 2010 yılında öldürmüş, kamu davası ise 2036 yılında TCK m.82/1-a’da düzenlenen “kasten öldürmenin tasarlayarak” işlendiği iddiası ile açılmıştır. Yapılan yargılama sonucunda; sanık A’nın fiilinin tasarlayarak insan öldürme kapsamında değil, TCK m.81’de düzenlenen kasten insan öldürme suçu kapsamında olduğu anlaşılmıştır. İddianamedeki sevk maddesi TCK m.82/1-a olduğundan ve bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası gerektirdiğinden dava zamanaşımı süresi TCK m.66/1-a uyarınca 30 yıl olacak ve kamu davasının açılmasında bir beis bulunmayacaktır. Yapılan yargılama sonucunda; A’nın fiilinin TCK m.81 kapsamında kaldığı anlaşıldığından ve bu suçun cezası müebbet hapis cezası gerektirdiğinden, dava zamanaşımı süresi 25 yıl olacak ve bu durumda dava zamanaşımı süresi dolacağından, sanık A hakkında mahkumiyet değil, CMK m.223/8 uyarınca düşme kararı verilmesi gerekecektir.
Diğer yandan; suç ve ceza içeren hükümler yalnızca Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmediğinden, özel ceza kanunlarında veya ceza hükmü içeren diğer kanunlarda yer alan nitelikli haller de dava zamanaşımının belirlenmesinde dikkate alınmalıdır.
Bu husus bir örnek üzerinden açıklanacak olursa, A hakkında silahlı örgüt yöneticisi olduğu iddiası ile TCK m.314/1 uyarınca kamu davası açılmıştır. Mahkeme; A hakkında 15 yıl hapis cezası vermiş, akabinde TCK m.61/4 uyarınca daha ağır cezayı gerektirecek nitelikli hal bulunduğundan, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.3 delaletiyle TMK m.5/1 uyarınca ceza yarı oranında artırarak, sonuç ceza olarak 22 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Görüldüğü üzere; A hakkında hükmedilecek cezada 31713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu m.3 delaletiyle TMK m.5/1 uyarınca yarı oranında artırım yapıldığından, A’nın tabi olduğu zamanaşımı süresi TCK m.66/1-d değil TCK m.66/1-c uyarınca 25 yıl olacaktır.
e) Dava Zamanaşımının Sonuçları
Dava zamanaşımı; TCK m.72/2 gereğince hakim veya mahkeme tarafından re’sen uygulanmak zorundadır. Bir başka ifadeyle; sanığın veya şüphelinin bu hususa ilişkin bir talebi olmasa dahi mahkeme bu hususu değerlendirmelidir. Suça konu fiile ilişkin dava zamanaşımı süresinin yargılama sırasında gerçekleşmesi halinde ise; yargılamanın hangi aşamada olduğu fark etmeksizin, mahkeme veya Yargıtay re’sen ve diğer iddialardan önce zamanaşımı süresine ilişkin hükmü uygulayarak CMK m.223/8 uyarınca düşme kararı vermelidir. Ek olarak; CMK m.223/9 uyarınca, “derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.” denilerek, zamanaşımı gerçekleşse dahi derhal beraat verilebilecek bir hal varsa, düşme kararı değil, beraat kararı verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Çünkü durma ve düşme sebepleri; aleyhe sonucu önlemek için kabul edilmiş olup, lehe olacak bir sonucun önüne geçmesine engel olmayacaktır.
III. Sonuç
Dava zamanaşımının, şüphelinin veya sanığın yargılanması ve ceza alması bakımından önemi tartışmasızdır. Nitekim kişinin fiili ne zaman işlediği, bu fiilin hangi suçu oluşturduğu hususları dava zamanaşımının hesaplanması bakımından esas teşkil etmektedir.
Bu sebeplerle; savcılık makamınca etkin bir soruşturma yürütülmeli, sanığın lehine ve aleyhine olan tüm hususlar gözönünde bulundurulmalı, deyim yerinde ise ince eleyip sık dokunmalıdır. Aksi halde; kişi hakkında haksız bir yargılama yürütülecek, kişinin lekelenmeme hakkı ihlal edilecek veya kişi aslında ceza almaması gereken bir fiilden dolayı haksız yere cezalandırılacaktır. Diğer yandan; TCK m.66/3 “Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibariyle suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de gözönünde bulundurulur.” şeklinde düzenlendiğinden, somut olay bakımından daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli hal bulunup bulunmadığı da dikkate alınmalıdır, ancak her ne kadar mevcut deliller itibariyle nitelikli bir halin varlığı soruşturma aşamasında anlaşılabiliyor olsa dahi, gerçekten böyle bir nitelikli halin bulunup bulunmadığı etkin bir yargılama sonucunda ortaya çıkacak, bu durum da TCK m.66’da düzenlenen zamanaşımı sürelerini etkileyecektir.
Son olarak; Kanunda kovuşturma aşamasında mahkemenin dava zamanaşımı süresinin dolması sebebiyle düşme kararı vereceği hüküm altına alınsa da, TCK m.72/2’de yer alan “şüpheli” ifadesi dikkate alındığında, savcılık makamı soruşturma sürecinde de zamanaşımı kurumunu re’sen uygulamalı, şüphelinin suça konu fiili bakımından zamanaşımı süresi geçmişse, kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermelidir. Dava zamanaşımı süresinin kovuşturma aşamasında tespiti halinde ise, mahkeme tarafından CMK m.223/8 uyarınca düşme kararı verilmelidir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Taner Akıncı
Stj. Av. Ozan Demirbaş
Stj. Av. Kadir Furkan Köroğlu
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
—————-
[1] Koca, Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2023, s. 754.
[2] Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m.1-75, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 603.
[3] Koca, Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2023, s. 766.
[4] Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m.1-75, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 604.
[5] Murat Çakır, Türk Ceza Hukukunda Dava Zamanaşımı, İÜHFM C. LXXI, S. 1, 2013, s. 214-215.
[6] İçel, Sokullu Akıncı, Özgenç, Sözüer, Mahmutoğlu, Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, İstanbul, 2002, s. 89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2010, Seçkin Yayınevi, s. 199-200; Koca, Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2012, Seçkin Yayınevi, s. 128-129.
/category/haberler/ , /haberler/